471 294-Mektub

Mevlânânın bu beytde bildirdiği, vahdete dönüşün görünmesidir. Dö­nüşün kendisi değildir. Şühûdünü anlatmakdadır. Bu varlıkdan başka, hiç­birşey görmediğini bildirmekdedir. Çokluk, yok olmamış, onun görüşün­den örtülmüşdür. Yoksa, ayn ve varlık rücû’ etmemişdir. Bunlar kör gibi­dirler. Hiçbir Velînin “rahmetullahi aleyhim ecma’în” aczden, kusûrdan ve ihtiyâcdan kurtulamadığını görmüyorlar mı? Böyle olunca, varlıklar birleş­mişdir, çokluk birliğe katılmışdır denilebilir mi? Eğer insanlar öldükden son­ra, vahdete rücû’ ediyor derlerse, kâfir ve zındık olurlar. Çünki bu söz, Ce­hennem azâbına inanmamak olur ve Peygamberlerin bildirdiklerine inan­mamak olur “aleyhimüssalevâtü vetteslîmâtü etemmühâ ve ekmelühâ”.

Süâl: Birkaç yazınızda, (Ahfânın Fenâya kavuşması, ancak Vilâyet-i Muhammedîde olur) diyorsunuz. Bu sözü açıklar mısınız?

Cevâb: Yukarıda bildirilenlerden anlaşıldı ki, Vasl-ı uryânî, ancak Vilâ­yet-i Muhammedîde olmakdadır. Başka vilâyetlerde, aradan perdeler kal­kar ise de, ince bir perde yine kalmakdadır. Bu ince perde, hakîkat-i Mu­hammedînin arada bulunmasından hâsıl olmakdadır. Bunu yukarıda bildir­mişdik. (Ahfâ latîfesi) insan mertebelerinin en sonudur. En yukarıdaki mer­tebedir. Aradaki perdenin mikdârına göre, geride birşey kalır. Bu kalanı dü­şünerek, tâm Fenâ câiz olmaz. Böyle bir artığın kaldığını Muhammedî meşreb olandan başka kim anlıyabilir? Muhammedî meşreb olanlardan da, milyonda birine bu keskin görüş verilirse yine büyük ni’metdir. Tesavvuf büyükleri, rûha ve sırra kadar kavuşdular. Hafîden söz eden çok az oldu. Ahfâdan kim ne diyebilir? Ahfâ deryâsına dalarak onun sonsuz damlala-rından bir dânesine kavuşabilen ve anlıyabilen çok az, hem de pekçok az bulunur. Bu, öyle bir ni’metdir ki, Allahü teâlâ dilediğine ihsân eder. Al­lahü teâlâ, çok büyük ihsân sâhibidir.

Süâl: Sana göre, Peygamberin her kavuşduğu şeyden “aleyhi ve alâ âli­hissalâtü vesselâm” Onun izinde gidenlerin büyüklerine de pay düşmekde­dir. Buna göre, onların da vasl-ı uryânîye kavuşmaları lâzım olur. Hâlbu­ki, kendi Peygamberleri “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” arada perde ol­makdadır. Bu nasıl olur?

Cevâb: Vasl-ı uryânîde Peygamberin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” perde olması zarar vermez. Çünki, Peygambere uyduğu için, bu Vasla ka­vuşmakdadır. Doğrudan doğruya kavuşmuş değildir. Peygamberin arada bu­lunması, Ona uymanın kuvvetli olduğunu gösterir. Çünki uymak demek, uyulanın arada bulunması demekdir. Aradan çıkması demek değildir. Ara­dan çıkması, uymak olmaz. Doğrudan doğruya kavuşmak olur. Görülüyor ki, uyulan Peygamber arada bulunacak, ona uyulduğu için Vasl-ı uryânî de hâsıl olacakdır.

Süâl: Peygamberlerin sonuncusuna “aleyhi ve aleyhimüssalevâtü vettes­lîmât” uyanların yükseklerine (Vasl-ı uryânî) ve (Tecellî-i zât) deniyor da, başka Peygamberler “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” için bu kelime­ler kullanılmıyor. Hâlbuki Peygamberimiz “aleyhimüssalâtü vesselâm”, bun­lara da ve onlara da perde olmakdadır?

Cevâb: Ona uyanların yüksekleri için bu kelimeleri kullanmak, Ona uydukları içindir. Çünki, Peygamberlerin perde olmasının, bu sözü değiş­dirmiyeceği, bundan evvelki cevâbda anlaşılmışdır.