074 43-Mektub

Çünki, herşeyin yok oldu­ğunu bilmekdedir. Yok demek, bir hükm, karâr vermekdir. Hayret ile ilm, birlikde bulunamaz. O hâlde, tevhîd-i vücûdî sâhibi, ayn-ül-yakîn makâmı­na varmamışdır. Hâlbuki, tevhîd-i şühûdî sâhibini hayret makâmından ileri götürürlerse, hakk-ul-yakîn makâmındaki ma’rifete kavuşur ki, bu ma­kâmda ilm ile hayret birlikde bulunur. Hayretsiz olan, hayretden önce olan ilm, ilm-ül-yakîndir. Bu cevâbı, bir misâl ile aydınlatalım:

Devlet reîsi olmağa elverişli bir kimse, rü’yâda, kendini devlet reîsi ol­muş, o makâmda o işin başında görür. Fekat, bu kimse, elbette devlet re­îsi olmamışdır. Yalnız âlem-i misâldeki sûretini, kendinde görmüşdür. Devlet reîsliği nerede, rü’yâda gördüğü sûret nerede! Şu kadar var ki, rü’yâsı, âlem-i misâldeki sûret olmakla berâber, bu kimsenin, bu sûretin as-lı olan makâma kavuşmağa elverişli olduğunu haber vermekdedir. Eğer ça­lışır, uğraşırsa, Allahü teâlânın ihsânı ile, o makâma kavuşabilir. Bir şeye elverişli olmak ile, o şeye kavuşmak, hiç aynı olur mu? Aralarında, çok fark vardır. Ayna yapılacak cam parçası, ayna olmadıkça büyüklerin eline ka­vuşamaz. Onların cemâli ile şereflenemez.

Bu ince bilgileri yazmakdan maksadım, zemânımızda ba’zıları özenerek, bir kısmı da, yalnız işiterek, bir kısmı ise, hem işiterek, hem de zevk alarak ve ba’zıları da sapıklık ile ve zındıklık ile, tevhîd-i vücûdî yolunu tutmuş, sevâbı, iyiliği, kötülüğü, herşeyi, Allah yapıyor diyor. Hattâ, herşeyi Hak teâlâ biliyorlar. Bu kurnazlıkla islâmiyyete uymuyor, emrleri yapmıyorlar. Böylece, işin kolay tarafını bulmuşlar. İbâdet etmek lâzımdır deseler bile, bunlar ikinci derecededir, asl maksad, islâmiyyetin üstünde, başka şeydir diyorlar. Hâşâ ve kellâ! Öyle değildir. Hiç de, dedikleri gibi değildir. Bun­ların kötü düşüncelerinden, Allahü teâlâya sığınırız!

Tarîkat ve islâmiyyet, birbirinden başka, ayrı iki şey değildir. Araların­da kıl ucu kadar fark yokdur. Ayrılıkları, yalnız, topluluk ve genişlik, ilm ile ve keşf ile olmakdır. İslâmiyyete uymıyan herşey bozukdur. Atılması lâ­zımdır. İslâmiyyetin istemediği bir müslimânlık, zındıklıkdır. İslâmiyyete yapışarak hakîkati aramak, tesavvufdur.

Allahü teâlâ, bizi ve sizi ve bütün milletimizi, insanların efendisinin “aley­hisselâm” yoluna, hem zâhirde, hem bâtında, tâm uymakla şereflendirsin! Âmîn.

Sevgili hocam “kaddesallahü sirreh” çok zemân, tevhîd-i vücûdî yolun­da idi. Risâlelerinde ve mektûblarında, bu yolu gösterdi. Fekat sonra, Hak teâlâ lutf ederek, bu makâmdan ilerletdi. Bu dar bilgilerden kurtar­dı. Talebesinden Abdülhak diyor ki, son hastalığından bir hafta evvel bu­yurdu ki, (Pek iyi anladım ki, tevhîd-i vücûdî, dar bir sokak imiş. Ana cadde, başka imiş. Böyle olduğunu, önceden de biliyordum. Fekat, şimdi, pek yakîn anladım). Bu fakîr [ya’nî İmâm-ı Rabbânî “kuddise sirruh”], ho­cama hizmet etdiğim zemânlar, tevhîd-i vücûdî yolunda idim. Bu yolu kuvvetlendiren keşfler hâsıl olmakda idi. Fekat, Allahü teâlânın ihsânı, bu makâmdan kurtarıp, dilediği makâmla şereflendirdi. Sözü uzatmamak için, burada kesiyorum. Vesselâm.