266 220-Mektub

220
İKİYÜZYİRMİNCİ MEKTÛB

Bu mektûb, şeyh Hamîd-i Bingâlîye yazılmışdır. Tesavvuf büyüklerinin yanıldıkları şeylerden birkaçını bildirmekdedir:

Âlemlerin rabbi olan Allahü teâlâya hamd olsun. Peygamberlerin en üs­tününe ve Onun Âline ve Eshâbının hepsine selâm ve düâlar olsun “sale­vâtullahi teâlâ aleyhi ve alâ âlihi ve sahbihi ecma’în”. Buradaki fakîrlerin hâli, hergün dahâ iyi olmakdadır. Hergün dahâ çok şükr etmek lâzım gel­mekdedir. Uzakdaki sevdiklerimizin de böyle olmalarını istiyoruz.

Azîzim! Bu hiç bilinmiyen yolda, yolcuların ayağı kayacak yerler çok­dur. İ’tikâdda ve her işde, islâmiyyetin ipinin ucuna yapışmak lâzımdır. Ya­nımda olanlara ve uzakda olanlara yapacağım nasîhat, yalnız budur. Aman, gâfil olmayınız! Bu yolda, yolcuları şaşırtan birkaç yanlışlığı yazıyorum. Bu yanlışlıkların sebeblerini açıklıyorum. Dikkat ile, düşünerek okuyunuz! Baş­ka yerlerde de, bunlarla ölçerek hareket ediniz!

Tesavvuf yolundaki yanılmaların birisi, sâlik, ya’nî yolcu, makâmlara yük­selirken, âlimlerin sözbirliği ile yüksekliklerini bildirdikleri kimselerden ken­dini dahâ yüksek bulmasıdır. Bu sâlikin makâmı, bu büyüklerin makâmla­rından elbette aşağıdır. Fekat sâlik, ba’zan kendini, insanların en üstünü ol­dukları meydânda olan Peygamberlerin de “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” üstünde görür. Böyle görmekden Allahü teâlâya sığınırız. Birçoklarının böy­le yanlış görmeleri şundandır ki, Peygamberler ve Evliyânın hepsi, önce, kendi varlıklarının mebde-i te’ayyünü olan ismlere kadar çıkarlar. Böyle çı­kanlar (Velî) olur. Vilâyet mertebesine kavuşur. Sonra, bu ismlerde ve ismlerden, Allahü teâlânın dilediği makâmlara yükselirler. Fekat, bu yük­selmelerde, hepsinin konak yerleri, vücûdlerinin mebde-i te’ayyünü olan ismlerdir. Yükselirlerken, onları arayan, çok zemân, o ismlerde bulur. Çünki o büyüklerin, yükselirken, tabî’î yerleri, bu ismlerdir. Bu ismlerden, yukarı ve aşağı hareket etmek, sonradan te’sîr eden kuvvetlerle olur. Ya­radılışı yüksek olan bir sâlik, o ismlerden yukarı ilerler. O ismlerin sâhib­leri olan Peygamberlerden “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” kendini dahâ yukarı sanır. Önce inanmış, îmân etmiş olduğunu unutur. Peygamberlerin yüksekliğinde, Evliyânın üstünlüklerinde şübheye düşer. Bu makâm, sâlik­lerin ayaklarının kaydığı yerdir. Bu zemân, sâlik, o büyüklerin, bu ma­kâmlardan sonsuza doğru yükselmiş olduklarını bilemez. O ismlerin, yük­selirlerken, tabî’î yerleri olduğunu da bilemez. Kendisinin, yükselirken, ta­bî’î yeri bulunduğunu, kendi yerinin, o büyüklerin yerleri olan o ismlerin altında ve çok aşağıda olduğunu düşünemez. Bir kimsenin üstünlüğü, tabî’î yerinin yüksekliği ile ölçülür. O yer, kendi mebde-i te’ayyünü olan ism-i ilâ­hîdir. Yine bunun içindir ki, büyüklerden birkaçı demişdir ki, ârif yükselir­ken, büyük aracıyı arada bulmaz. O arada olmadan yükselir. Hocam Mu­hammed Bâkî-billah “kaddesallahü teâlâ sirrehümâ” hazretleri, Râbi’a-i Ad­viyyenin de, bunlardan biri olduğunu bildirmişdi. Bunlar yükselirken, bü­yük aracının mebde-i te’ayyünü olan ismden ileri çıkınca, Berzahiyyet-i küb­rânın arada kalmadığını sanıyorlar. (Berzahiyyet-i kübrâ), hakîkat-i Muham­mediyyeye diyorlar. İşin doğrusunu yukarıda bildirdik.