188 152-Mektub

 152

YÜZELLİİKİNCİ MEKTÛB

Bu mektûb, nakîb seyyid şeyh Ferîde yazılmış olup, Resûlullaha itâ’at, Allahü teâlâya itâ’at demek olduğu bildirilmekdedir:

Cenâb-ı Hak, Nisâ sûresi, sekseninci âyetinde, Muhammed aleyhisse­lâma itâ’at etmenin kendisine itâ’at etmek olduğunu bildiriyor. O hâlde, Onun Resûlüne “sallallahü aleyhi ve sellem” itâ’at edilmedikçe Ona itâ’at edilmiş olmaz. Bunun pek kat’î ve kuvvetli olduğunu bildirmek için, âyet-i kerîmede, (Elbette, muhakkak böyledir) buyurdu ve ba’zı doğru düşünemiyenlerin, bu iki itâ’ati birbirinden ayrı görmelerine mey­dân bırakmadı. Allahü teâlâ, yine Nisâ sûresinin, (Kâfirler, Allahü teâlâ­nın emrleri ile Peygamberlerin emrlerini birbirinden ayırmak istiyor. Ye­hûdîler diyor ki, biz Mûsâ aleyhisselâma inanırız. Îsâ ile Muhammed aleyhimesselâma inanmayız. Hıristiyanlar ise, yalnız Îsâ aleyhisselâma ina­nıp, ona hâşâ, Allahü teâlânın oğlu diyor. Bu inanışları ve dinleri kıymet­sizdir. Hepsi kâfirdir. Bunların hepsine Cehennem azâbını, çok acı azâb­ları hâzırladık) meâlindeki yüzkırkdokuzuncu âyetinde, bu iki itâ’ati ay­rı görenlerden şikâyet buyurmakdadır.

Meşâyıh-i kirâmdan birkaçı, aşk serhoşluğu ve kendinden geçdikleri ze­mânda, bu iki itâ’atin birbirinden ayrı olduğunu gösteren sözler söyle­mişlerdir. Birini ötekinden dahâ çok sevdiğini bildirmişlerdir. İşitdiğimize göre, sultân Mahmûd-i Gaznevî, bütün Asyâya hâkim olduğu zemânda, Har­kan şehrine yakın gelmişdi. Adamlarından birkaçını, Harkana, Şeyh Ebül­Hasen-i Harkânî hazretlerinin huzûruna göndermişdi. Şeyh hazretlerini ya­nına çağırmışdı. Şeyh hazretleri gelmek istemezse, (Allahü teâlâya ve Onun Resûlüne ve siz müslimânlardan olan âmirlere itâ’at ediniz!) meâlin­deki âyet-i kerîmeyi kendisine okuyunuz, demişdi. Sultânın adamları, şeyh hazretlerinin gelmek istemediğini görerek, bu âyet-i kerîmeyi okudular. Şeyh hazretleri buna karşılık, (Allahü teâlânın itâ’atine o kadar çok dal-mış bulunuyorum ki, Resûle itâ’at etmekden hayâ ediyorum. Âmire itâ’a­te vakt nerede?) buyurdu. Şeyh hazretlerinin bu sözü, Allahü teâlânın itâ’atini, Resûlünün itâ’atinden ayrı bildiğini göstermekdedir. Bu söz, doğ­ru yoldan ayrılmış olmanın alâmetidir. Hâlleri doğru olan büyükler, böy­le sözler söylemezler. İslâmiyyetin ve tarîkatin ve hakîkatin bütün basamak­larında, Resûlullaha itâ’atin, Allahü teâlâya itâ’at olduğunu bilirler. Resû­lullaha itâ’at ile olmayan Allaha itâ’atin, dalâlet, sapıklık olduğuna inanır­lar. Yine işitiyoruz ki, Mehene şehrinin şeyhi, şeyh Ebû Sa’îd-i Ebül Hayr ile oturuyordu. Horasandaki seyyidlerin büyüklerinden olan Seyyid Ecel de yanlarında idi. Şü’ûru yerinde olmıyan bir meczûb içeri girdi. Şeyh hazretleri, bu meczûbu, şeyh Ecelin üst yanına oturtdu. Bu hâl, seyyide ağır geldi. Şeyh hazretleri, seyyide dönerek, (Size olan saygımız, Resûlullahı sev­diğimiz içindir. Bu meczûbu ise, Allahü teâlâyı sevdiğimiz için yüksek tu­tuyoruz) dedi. Allahü teâlânın sevgisi ile, Resûlullahın sevgisini ayırd eden, böyle sözleri de, doğru yolun büyükleri uygun görmezler. Allah sev­gisinin, Resûlullaha olan sevgiden çok olmasının, tarîkat serhoşluğundan ileri geldiğini bilirler. Böyle sözlerin söylenmesine izn vermezler. Şu kadar var ki, vilâyet derecelerinde yükselmiş olanlarda, Allahü teâlânın sevgisi dahâ çokdur. Peygamberlerin yüksekliğinden birşeyler edinenlerde ise, Re­sûlullahın sevgisi dahâ çok olmakdadır. Allahü teâlâ, hepimize, Resûlulla­ha itâ’at etmek nasîb eylesin! Çünki bu itâ’at, Allahü teâlâya itâ’at demek­dir.