105 66-Mektub

66
ALTMIŞALTINCI MEKTÛB

Bu mektûb, yine Hân-ı a’zama “rahmetullahi aleyh” yazılmışdır. Bu yo­lu medh etmekde ve Eshâb-ı kirâmın büyüklüğünü bildirmekdedir:

Allahü teâlâya hamd olsun! Onun seçdiği, sevdiği kimselere selâm ol­sun! Büyüklerimizin yolunda, nihâyet, başda yerleşdirilmişdir. Hâce-i Nakşibend [Behâeddîn-i Buhârî] “rahmetullahi aleyh” buyurdu ki: (Nihâ­yeti, bidâyetde yerleşdirdik.) Bu yol, tam Eshâb-ı kirâmın “aleyhimür­rıdvân” yoludur. Çünki, o büyükler, o Serverin “aleyhisselâm” sohbetin­de, dahâ birinci günde, öyle şeylere kavuşdu ki, sonra gelen en büyük Ev­liyâ, en nihâyetde, ancak, bundan bir parçaya kavuşabilmişdir. İşte bunun içindir ki, Vahşî, hazret-i Hamzayı “radıyallahü anhümâ” şehîd etmiş iken, müslimân olunca, bir kerrecik, Seyyid-il-evvelîn vel-âhirînin “aleyhi ve alâ âlihissalâtü vesselâm” sohbeti ile şereflendiği için, Tâbi’înin en üstünü olan, Veysel Karânîden dahâ yukarı oldu. Hayr-ül-beşerin “aleyhi ve alâ âli­hissalâtü vesselâm” sohbetinin başlangıcında Vahşîye “radıyallahü anh” na­sîb olanlara, Veysel Karânî, o kadar yüksek olduğu hâlde, en nihâyetde bi­le kavuşamadı. Demek ki, zemânların, asrların en iyisi, Eshâb-ı kirâmın “aleyhimürrıdvân” asrıdır. Sonra gelenler, (Sonra) kelimesinden dolayı çok geride kaldı. Dereceleri de, hep sona kaldı. Abdüllah ibni Mubârekden bi­risi sordu ki, (Mu’âviye mi dahâ yüksekdir, Ömer bin Abdül’azîz mi?). Ce­vâbında buyurdu ki, (Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” yanında gi­derken, hazret-i Mu’âviyenin “radıyallahü anh” bindiği atın burnuna giren toz, Ömer bin Abdül’azîzden, birkaç kerre dahâ hayrlıdır).

İşte büyüklerimizin yolu, (Silsiletüzzeheb)dir. Bu yolun, başka yollar­dan üstünlüğü, Eshâb-ı kirâm “aleyhimürrıdvân” zemânının, sonraki zemân­lardan üstünlüğü gibidir. Bu yolun büyükleri, öyle kimselerdir ki, Allahü teâlâ, bunlara fadl ve merhameti ile, dahâ başlangıcda, nihâyetin tadını tat-dırmışdır. Bunların derecelerini, başkaları anlıyamaz. Bunların vardığı makâmlar, başkalarının vardıkları makâmların çok üstündedir. Fârisî mıs­ra’ tercemesi:

Gül bağçemi gör de, behârımı anla!

Fârisî mısra’ tercemesi:

Senenin bereketi, behârından belli olur.

Bu ni’met, çok büyükdür. Allahü teâlâ, bunu ancak dilediğine nasîb e-der. Onun ni’metleri pek çokdur. Hâce Nakşibend “rahmetullahi aleyh” bu­yurdu ki: (Biz, cenâb-ı Hakkın fadlına, ihsânına kavuşduk). Allahü teâlâ, bizi ve sizi, bu büyükleri sevmekle şereflendirsin ve yollarında bulundur­sun! Âmîn.

Senin için olmıyan uykusuzluklar boşunadır, başkalarının firâkına ağlamak boşunadır.