490/491 306-Mektub

306
ÜÇYÜZALTINCI MEKTÛB

Bu mektûb, mevlânâ Sâlihe gönderilmişdir. Hakîkatleri bilen, ma’rifet­lerin kaynağı olan büyük oğlu hâce Muhammed Sâdık “aleyhirrahme” hazretlerinin ve iki küçük oğlu merhûm Muhammed Ferrûh ve Muhammed Îsâ “rahmetullahi aleyhimâ” hazretlerinin kemâllerinden ve iyiliklerinden birkaçını bildirmekde ve Vilâyet sâhiblerinin Fenâsını ve nübüvvet yolun­da Fenâ lâzım olmadığını bildirmekdedir:

Allahü teâlânın ni’metlerine hamd olsun ve Onun seçdiği kullarına se­lâm olsun! Kardeşim molla Sâlih! Serhendde bulunanların başına gelenle­ri dinle! Büyük oğlum “radıyallahü anh” iki küçük kardeşi Muhammed Fer­rûh ve Muhammed Îsâ ile birlikde âhırete gitdiler. İnnâ lillah ve innâ iley­hi râci’ûn. Allahü teâlâya sonsuz hamd olsun ki, önce geride kalanlara sabr etmek gücünü ihsân eyledi. Bundan sonra, bu belâdan râzı olmağı nasîb ey­ledi. Fârisî beyt tercemesi:

Beni ne kadar incitsen, dönmem senden yine,

Dayanmak tatlı olur sevgili elemine.

Merhûm oğlum, Hak teâlânın âyetlerinden bir âyet idi. Rabbül’âlemî­nin rahmetlerinden bir rahmet idi. Yirmidört yaşında iken, öyle şeylere ka­vuşdu ki, az kimseye nasîb olur. Mevleviyyet mertebesine ve naklî ve ak­lî ilmlerin profesörlüğüne yükselmişdi. Öyle olmuşdu ki, yetişdirdiği genç­ler (Beydâvî) tefsîrini, (Şerh-ı mevâkıf) ve benzeri yüksek kitâbları oku­tuyorlardı. Ma’rifet ve irfânını anlatmak ve şühûdünü, küşûfünü yazmak başarılacak şey değildir. Bildiğiniz gibi, dahâ sekiz yaşında iken, kendisi­ni öyle hâl kaplamışdı ki, hocamız “kuddise sirruh” hazretleri, hâlini yumu­şatmak için, pazarların şübheli olan yemeklerini ona yidirirlerdi. (Mu­hammed Sâdıkı “rahmetullahi teâlâ aleyhi ve alâ ebîhi”, sevdiğim gibi, hiç­bir kimseyi sevmiyorum. Kendisi de, bizi sevdiği kadar kimseyi sevmi­yor) buyururlardı. Onun büyüklüğünü bu sözden anlamalıdır. (Vilâyet-i Mû­seviyye)yi son noktasına ulaşdırmışdı. Bu vilâyetin işitilmemiş, şaşılacak şey­lerini anlatırdı. Allah korkusundan her ân yüreği titrer, edebi gözetirdi. Ona sığınır, Ona yalvarır, Ona boyun büker ve Onun huzûrunda eğilirdi. (Ev­liyâdan herbiri, Hak teâlâdan birşey istemişdir. Ben, Ona sığınmağı ve Ona yalvarmağı istedim) buyururdu.

Muhammed Ferrûhdan ne yazayım ki, onbir yaşında ilm talebesi idi “rah­metullahi teâlâ aleyhi ve alâ ebîhi”. Kâfiye okuyordu. Tam anlıyarak ders görüyordu. Dâimâ âhıret azâbından korkar ve titrerdi. Çocuk iken, bu dünyâdan ayrılmak için ve böylece, âhıret azâbından kurtulmak için düâ ederdi. Ölüm yatağında iken, kendisine hizmet edenler, hiç işitilmemiş ve şaşılacak şeylerini gördüler.

Sekiz yaşında vefât eden ve bu yaşda çok kerâmet ve hârikaları görünen Muhammed Îsâdan ne yazayım “rahmetullahi teâlâ aleyh”.

Oğullarımın her üçü de, nefîs birer cevher idiler “rahmetullahi teâlâ aley­him ecma’în”. Bize emânet verilmişdiler. Allahü teâlâya hamd ve şükr ol­sun ki, bu emânetleri râzı olarak sâhibine teslîm eyledik. Yâ Rabbî! Pey­gamberlerin efendisi hurmetine “aleyhi ve aleyhimüssalevâtü vetteslî­mât” bizi onların sevâbından mahrûm bırakma! Onlardan sonra, bizleri fit­neye düşürme! Fârisî mısra’ tercemesi:

Her ne olursa olsun, dostdan konuşmak dahâ tatlı!

(Fenâ), Hak teâlânın mâ-sivâsını, [ya’nî bütün mahlûkları] unutmak de­mekdir. Fenâ, Hak teâlâdan başka şeylerin sevgisinden kurtulmak içindir. Çünki, Allahü teâlâdan başka herşeyin kendileri ve sıfatları ve işleri görün­mez ve bilinmez olunca, onları sevmek, onlara bağlanmak da, kendiliğin­den yok olur. Vilâyet yolunda, Allahü teâlâdan başka şeyleri sevmekden, onlara tutulmakdan kurtulmak için mâ-sivâyı unutmakdan başka çâre yokdur. Nübüvvet yolunda ilerlerken, mahlûklara gönül bağlamakdan kurtulmak için, bunları unutmak hiç lâzım değildir. Çünki, Nübüvvet yo­lunda, güzel ve tatlı olan asla bağlılık o kadar çokdur ki, her bakımdan çir­kin ve kötü olan mahlûklara gönül bağlanamaz. Mahlûklar unutulsa da olur, unutulmasa da olur. Çünki, eşyâyı bilmek, eşyâya bağlanmağa yol açdığı için kötü olmuşdur. Eşyâya bağlanmak da, Allahü teâlâdan yüz çevirmeğe se­beb olur. Nübüvvet yolunda, eşyâya bağlılık kalmadığı için, eşyâyı bilmek kötü olmaz. Eşyâyı bilmek, nasıl kötü olabilir? Hak teâlâ, herşeyi bilmek­dedir. Bunları bilmek, kâmil sıfatlardan biridir.

Süâl: Hak teâlâdan başka olan şeyleri bilmek ile, Hak teâlâyı bilmek, bir arada nasıl olabilir? Hak teâlâyı bilmek için başka şeyleri unutmak lâzım gelmez mi?

Cevâb: Hak teâlâdan başka şeyleri bilmek, (İlm-i husûlî) gibi bir bilgi ile olur. Hak teâlâyı bilmek ise, (İlm-i huzûrî)ye benzeyen bir bilgi ile olur. Bu iki ilm, bir ânda, bir arada bulunabilir. Sakınacak birşey olmaz. Her ikisi de (İlm-i husûlî) olsaydı, o zemân, ikisi bir arada bulunamazdı. İlm-i husûlî ve ilm-i huzûrî gibi dedik. Çünki o makâmda, ne hâsıl olmak, ne de hâzır olmak yokdur. Hak teâlânın eşyâyı bilmesi, (İlm-i husûlî) ile değildir. Çünki Hak teâlâda ve Onun sıfatlarında hiçbir şey hâsıl olmaz ve hulûl et­mez. Bu ârifin bilmesi de, o ilm-i huzûrîden bir ışıkdır. Hak teâlâyı bilme­ğe, ilm-i huzûrî de denemez. Çünki, Hak teâlâ insanın (Müdrike)sine [ya’nî beyindeki anlama yerine], bu müdrikenin kendisinden dahâ yakın­dır. Allahü teâlânın ilmi yanında ilm-i huzûrî, ilm-i huzûrînin yanında, ilm-i husûlî gibidir. Bu ma’rifet, aklın ve düşüncenin varacağı, kavrıyaca­ğı şey değildir. Tatmıyan anlıyamaz. Görülüyor ki, ârifin Hak teâlâdan baş­ka olan şeyleri bilmesi, başka bir ilm iledir. Hak teâlâyı bilmesi de, başka bir ilm iledir. Bu iki ilm bir arada bulunabilir. Bundan dolayı, Hak teâlâ­yı bilmek için, mahlûkları unutmak lâzım gelmez. Vilâyet yolunda ise, böyle değildir. Orada eşyâyı sevmekden, onlara bağlanmakdan kurtul­mak için, onları unutmak lâzımdır. Çünki Vilâyetde gönül, zıllere bağlan­makdadır. Zıllere bağlanmak, o kadar kuvvetli değildir ki, eşyâ bilinirken bunlara bağlanmayı yok edebilsin. İşte bunun için, Vilâyet yolunda, kalbin eşyâya bağlanmasından kurtulmak için, önce eşyâyı unutmak lâzımdır. Bu ma’rifeti Hak teâlâ yalnız bu fakîre ihsân eyledi. Başka hiç kimse bu­nu söylemedi. Bu ma’rifeti bize ihsân eden Allahü teâlâya hamd olsun! O bize bildirmeseydi, kendimiz hiç bulamazdık. Rabbimizin Peygamberleri “salevâtullahi teâlâ vetteslîmâtü aleyhim ecma’în” doğru olarak gönderil­mişlerdir.