023 11-Mektub

Çünki, Şeyh Muhyiddîn-i Arabî hazretleri ve ona uyanlar diyorlar ki, birşeyin aynı ya’nî kendisi yok olamaz. Çünki, Al­lahü teâlâ o şeyin varlığını bilmekdedir. Yok olursa, Allahü teâlânın bilgi­si bilgisizlik olur. Ayn yok olmayınca eseri nereye gidecek. Bu sözleri zih­nimde yerleşmişdi. Ebû Sa’îd hazretlerinin sözü çözülemedi. Çok uğraşdım, Allahü teâlâ, bu sözün iç yüzünü açığa çıkardı. Ayn da kalmaz, eser de kal­maz olduğu anlaşıldı. Kendimi de böyle olmuş buldum. Hiç güçlük kalma­dı. Bu ma’rifetin makâmı da göründü, çok yüksek idi. Şeyh Muhyiddînin ve ona uyanların söyledikleri makâmın üstünde idi. Bu iki ma’rifet birbi­rini bozmuyordu. Çünki, biri bir makâmda, öteki ise başka makâmda an­laşılmışdı. Dahâ çok açıklamak, sözü uzatacak ve usandıracakdır.

Şeyh Ebû Sa’îd hazretleri bu tecellînin devâmlı olduğunu bildirmişdi. Bu tecellînin ne demek olduğu ve devâmlı olmasının nasıl olduğu da gösteril­di. Kendimde de bu hadîsi ya’nî tecellîyi aralıksız buldum. Bu hadîsin dâ­imî olması çok az kimselere nasîb olur. [İmâm-ı Rabbânî “kuddise sir­ruh” hazretlerinin (Hadîs) kelimesi ile anlatdıkları şey, tecellî-i zâtî oldu­ğu başka mektûblardan anlaşılmakdadır. Allahü teâlânın zâtı, başkalarına çok aralıkla tecellî etdiği hâlde, kendisine aralıksız tecellî etmekdedir.]

Kitâb okumak hiç tatlı gelmiyor. Yalnız büyüklerin yüksek makâmlar­daki hâllerinin bir yere yazılmasını, sonra bunları okumağı istiyorum. Es­ki büyüklerin hâllerini okumak, her şeyden dahâ tatlı geliyor. Ma’rifetle­rin inceliklerini ve hele tevhîd-i vücûdî ve mertebelerin tenezzüllerini bil­diren yazıları okuyamıyorum. Bu hâlimi, Şeyh Alâüddevle-i Semnânî haz­retlerine çok uygun buluyorum. Bu bilgilerdeki zevkim ve hâlim onunla bir­leşmekdedir. Fekat eski bilgilerim, bu ma’rifetleri inkâr etmeme ve sert kar­şılamama mâni’ oluyor.

Ba’zı hastalıkların giderilmesi için birkaç kerre teveccüh olundu ve te’sîri görüldü. Bunun gibi, birkaç ölünün mezârdaki hâlleri göründü. Bunların da azâblardan, sıkıntılardan kurtulmaları için teveccüh olundu. Fekat şimdi hiçbirşeye teveccüh etmeye gücüm kalmamışdır. Hiçbirşey için kendimi toparlayamıyorum. Birkaç kimse bu fakîre sert davrandılar ve acı söylediler. Bu fakîre bağlı olanlardan çoklarını, boş yere incitdiler ve yer­lerinden uzaklaşdırdılar. Bundan dolayı gönlüme hiç bir toz konmadı, bir sıkıntı gelmedi, nerede kaldı onların kötülüğü zihnimizden geçmiş ola.

Sevdiklerimizden birkaçı cezbe makâmında şühûd ve ma’rifet elde et­mişlerdi. Ve şimdiye kadar sülûk konaklarına ayak basmamışlardır. Bun­ların hâllerinden az bir şey sunuyorum. Cezbeyi bitirdikden sonra, Allahü teâlânın bunları sülûk ni’metine kavuşdurmakla şereflendirmesini umuyo­rum. Şeyh Nûr, bulunduğu makâmda bağlı kalmakdadır. Cezbe makâmın­daki dahâ yukarı bir noktaya çıkamıyor. Üzücü hareketleri ve hâlleri olu­yor. Kabâhatini anlamıyor. Bunun için onun işi ilerlemiyor. Bunun gibi, sev­diklerimizin çoğu, edebleri iyi gözetmedikleri için, oldukları makâmlarda kalıyorlar. Şuna şaşılır ki, bu fakîr hiç birinin yolda kalmasını dilemiyorum; hattâ hepsinin ilerlemesini istiyorum. Fekat, elde olmıyarak işleri öylece du­ruyor. Hâlbuki bu yol çabuk kavuşdurucudur. Mevlânâ Ma’hûd son nokta­ya indi. Cezbeyi sonuna ulaşdırdı. O makâmın aracılığına kavuşdu ve ka­fasını bir bakımdan nihâyete ulaşdırdı.