432 287-Mektub

Hiçbir vakt, hiçbir işinde ondan ayrılmaz. Bu, Allahü teâlânın öyle bir ihsânıdır ki, dilediğine verir. Allahü teâlâ, büyük ihsân sâhibidir.

İKİNCİ MAKSAD: Burada sülûk anlatılacakdır.

Bir tâlib, sülûk yolu ile yükselmek istediği zemân, kendi rabbi, yetişdi­ricisi olan isme varır ve bu ismde fânî, yok olursa, (Fenâ makâmı)na kavuş­muş olur. Bu ism ile bekâ buldukdan sonra, (Bekâ makâmı)na kavuşmuş olur. Bu Fenâ ve Bekâ ile, vilâyetin birinci mertebesine yükselmekle şeref­lenmiş olur. Bu sözümüzü açıklamak ve incelemek lâzımdır.

AÇIKLAMA: Allahü teâlâdan gelen feyz iki dürlüdür: Birincisi, var et­mek, varlıkda durdurmak, yaratmak, rızk vermek, hayât vermek, öldürmek gibi ni’metlerdir.

İkincisi, îmân, ma’rifet ve vilâyet ile Peygamberlik mertebelerinin baş­ka başka kemâlleridir. Birinci feyzler, ihsânlar, Allahü teâlânın sıfatların­dan gelir. İkinci feyzlerin bir çoğu, yine sıfatlardan ve başka bir çoğu da, şü’ûnlardan gelir. Sıfatlar ile şü’ûnlar arasında çok ince ayrılık vardır. Bu başkalıklar, ancak Muhammed aleyhisselâmın vilâyetine kavuşanlardan pe­kaz kimselere bildirilir. Bunları bildiren hiç kimse yokdur. Kısaca söyleriz ki: Sıfatlar, Allahü teâlânın zâtından ayrı olarak dışarda vardır. Şü’ûnlar ise, Zât-i ilâhîde var denilen şeylerdir. Meselâ, su öyle yaratılmışdır ki, yukar­dan aşağı düşer. Onun bu düşmesi, kendisinde, hayât, ilm, kudret ve irâde varlığını düşündürür. Çünki ilm sâhibleri, ağır oldukları için ve bildikleri için yukardan aşağı inerler. Yukarıya bakmazlar. İlm ise, diri olanda bulunur. İrâ­de, ilme bağlı olur. Kudretin de var olması lâzım gelir. Çünki irâde, gücü ye­ten iki şeyden birini seçmekdir. Suda bunları düşünmek, şü’ûnlara benzer. Bu şü’ûnlar var iken, suyun başka sıfatları da olabilir. Bu sıfatlar, sudan ay­rı olarak var olur. Yukarıdaki düşüncelerle, ya’nî şü’ûnlarla, su diridir, âlimdir, kâdirdir ve dileyicidir denilemez. Bunları söyleyebilmek için, ay­rıca sıfatların bulunması lâzımdır. Âlimlerden birkaçı, su için bu ismleri söy­lemişler ise de, sözleri, şü’ûn ile sıfatları birbirlerinden ayıramadıkları için olmuşdur. Sıfatların yokluğunu söyliyenler de, bu ikisini ayıramıyanlardır. Sıfatlar ile şü’ûnlar arasında ikinci bir ayrılık dahâ vardır: Şü’ûnların bulun­duğu makâm, dalgalanan şanlı bir makâmdır. Sıfatların makâmı böyle de­ğildir. Muhammed Resûlullaha “sallallahü teâlâ aleyhi ve âlihi ve sellem” ve Onun gölgesinde bulunan Evliyâsına “kaddesallahü teâlâ esrârehüm”, ikinci feyz, şü’ûnlardan gelir. Başka Peygamberlere “salevâtullahi teâlâ ve berekâtühü alâ nebiyyinâ ve aleyhim ve alâ cemî’i etbâ’ihim” ve onların göl­gesinde bulunan Evliyâya bu feyz, hattâ birinci feyz de sıfatlardan gelir.

Resûlullahın “aleyhissalâtü vesselâm” rabbi olan ve ikinci feyzin gelme­sine vâsıta olan ism, ilmin şânının zıllidir. İlm şânı, toplu olan ve birbirin­den ayrılmış olan bütün şü’ûnları kendinde toplamakdadır. İlm şânının bu görüntüsüne (Kâbiliyyet-i zât) denir. İlm şânı ve bunun kendinde toplamış olduğu bütün şü’ûnlar, Zât-i teâlânın kâbiliyyetidir. Bu kâbiliyyet, Zât-i te­âlâ ile ilm şânı arasında bir geçid ise de, bunun Zât-i teâlâ tarafı anlaşıla­maz olduğundan, bu geçid yalnız ilm şânına karşı olan tarafı ile anlaşılabil­mekdedir. Bunun için, bu kâbiliyyete ilm şânının zılli denilmişdir. Bir şe­yin zılli, o şeyin ikinci bir mertebede görüntüsüdür. Onun kendisi değildir, benzeridir.