340 260-Mektub

Buradaki câhilliğin ne demek olduğunu bilemez. Peygamberlerin vilâyeti, çok yakın olduğu hâlde, yakınlığı uzaklık bilir. Şühûdü, görememek sayar. Fârisî mısra’ tercemesi:

Eğer söylersem, sonu gelmez!

Ey oğlum “rahmetullahi teâlâ aleyh”! Nübüvvetin kemâlâtı, ya’nî yük­sek dereceleri ve bunun vilâyetden üstün olduğu ve üç vilâyet, ya’nî, Vilâ­yet-i sugrâ ve Vilâyet-i kübrâ ve Vilâyet-i ulyâ arasındaki farklar ve herbir vilâyetin ayrı ayrı ma’rifetleri ve herbirine uygun olan yerler anlatılırken, söz çok uzadı. Çok şeyler ve tekrâr tekrâr yazıldı. Böylece, bu pek şaşırtı­cı, yadırgayıcı bilgilerin anlaşılması kolaylaşdırılmış oldu. Okuyucular, inanmamak tehlükesinden kurtarıldı. Bu bilgiler, keşf yolu ile ve zarûrî an­laşılan şeylerdir. Fikr yorarak ve teori kurarak elde edilmiş değildirler. Ya­pılan açıklamalar, câhillerin kolay anlıyabilmeleri içindir. Belki de ilm adamlarının, zekî kimselerin kavrıyabilmelerini kolaylaşdırmak içindir.

Allahü teâlânın bu fakîre “rahmetullahi teâlâ aleyh” bildirmiş olduğu tesavvuf yolu, işte anlaşılmış oldu. Başından sonuna kadar bildirildi. Bu yo­lun ana caddesi Sıddîkıyye yoludur. Bu yolda, nihâyet, bidâyetde yerleşdi­rilmişdir. Bu caddede konak yerleri yapılmışdır. Bu cadde olmasaydı, o ka­dar ileri gidilemezdi. Elimize geçen bu lezîz meyvenin tohumu, Buhârâ ve Semerkanddan getirildi. Hindistân toprağına ekildi. Bu toprak, Medîne ve Mekke bağçelerinden alınmışdır. Senelerce, fadl suyu ile sulandı. İhsân ile terbiye olundu. Böylece yetişerek, bu ilm ve ma’rifet meyveleri hâsıl oldu. Bize bu doğru yolu ihsân eden, Allahü teâlâya hamd olsun! Allahü teâlâ, bizi doğru yola kavuşdurmasaydı, kendimiz bulamazdık. Rabbimizin Pey­gamberleri doğru sözlü olarak gelmişlerdir.

Bu yüksek yola sülûk etmek, girip ilerlemek, yol gösteren Rehberi “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” sevmeğe bağlıdır. O, (Seyr-i murâdî) ile, ya’nî çekilerek, bu yoldan geçirilmişdir. Kuvvetle çekilerek, bu kemâlâta kavuşdurulmuşdur. Onun bakışları, kalb hastalıklarına şifâdır. Onun tevec­cühü, ya’nî sevgisine kavuşmak, ma’nevî hastalıkları giderir. Böyle kemâl sâhibi bir zât, zemânının imâmıdır. Asrının halîfesidir. Kutblar ve büdelâ onun bulunduğu makâmın zıllerine kavuşmak için cân verirler. Evtâd ve nü­cebâ, onun kemâlâtı denizinden bir damlası ile doyarlar. Onun hidâyetinin ve irşâdının nûru, güneş ışıkları gibi, o istese de, istemese de, herkese gel­mekdedir. Fekat, istediklerine dahâ çok gönderir. Fekat, onun istemesi de, kendi elinde değildir. Çok olur ki, birşeyi yapmak isteğinde bulunur. Fekat, içinden o istek gelmez. Onun nûru ile aydınlanarak, doğru yolu bulanların ve onun istemesi ile yükselenlerin, bu kazançlarını bilmeleri lâzım gelmez. Çok olur ki, uydukları şeyhin kemâlâtına kavuşdukları ve herkese yol gösterdikleri zemân bile, kendi hidâyet ve rüşdlerini de, olduğu gibi anlı­yamazlar. Çünki, herkese ilm vermezler ve makâmları birer birer geçme­nin ma’rifetini herkese ihsân etmezler. Evet, kavuşduran yollardan birinin önderliği kendisine verilmiş olan bir zâtın ilm sâhibi olması, elbette lâzım­dır. Bunun, yolun inceliklerini bilmesi şartdır. Bu bildiği için, yolcuların da bilmesine lüzûm görülmemişdir. Onlar, bunun önderliği ile kemâle kavu­şurlar ve başkalarının kavuşmalarına da yardım ederler.