358 266-Mektub

Bu sözleri çok ahmak olduğunu göstermekdedir.

[Avrupa kitâblarında ve tercemelerinde, Eflâtunun mîlâddan, ya’nî Îsâ aleyhisselâmın dünyâyı teşrîflerinden, [347] sene önce öldüğü yazılı­dır. Kendisi meşhûr olduğundan, ölüm zemânına inanılırsa da, Îsâ aleyhis­selâma, ancak oniki havârî inanıp, îsevîler az ve asrlarca gizli yaşadıkla­rından, mîlâd, ya’nî noel gecesi doğru anlaşılamamışdır. Mîlâdın, birinci kânûn [aralık] yirmibeşinde veyâ ikinci kânûn [ocak] altıncı veyâ başka gün olduğu sanıldığı gibi, bugünkü mîlâdî senenin bir veyâ dört sene az oldu­ğu, çeşidli dillerdeki kitâblarda yazılıdır. O hâlde, mîlâdî sene, müslimân­ların senesi olan, hicrî sene gibi, doğru ve kat’î olmayıp, günü de, senesi de şübheli ve yanlışdır. İmâm-ı Rabbânînin “kuddise sirruh” buyurduğu­na göre, üçyüz seneden fazla olarak, noksandır ve Îsâ aleyhisselâm ile Mu­hammed aleyhisselâm arasındaki zemân, bin seneden az değildir. (Mevâ­hib-i ledünniyye) ikinci cild, üçüncü faslda diyor ki, (İbni Asâkirin Şâ’bî­den haber verdiğine göre, Îsâ aleyhisselâm ile Muhammed aleyhisselâm arasında dokuzyüzaltmışüç [963] sene fark vardır.) Muhammed aleyhisse­lâm, hicret ederken, târîhcilere göre, şimdi kullanılan mîlâdî senenin 622. ci senesinde Safer ayının son perşembe günü akşama yakın Sevr dağında mağaraya girdi. Pazartesi gecesi mağaradan çıkıp, efrencî Eylül ayının yir­minci, rûmî Eylülün yedinci pazartesi günü Medîne şehrinin Kubâ dış mahallesine ayak basdı. Bugün, müslimânların (Hicrî şemsî) sene başı ol­du. Acemlerin şemsî senesi, bundan altı ay önce, ya’nî Martın yirminci gü­nü olan Mecûsî bayramında başlamakdadır. O gün Rebî’ul-evvel ayının se­kizinci günü idi. O senenin Muharrem ayının ibtidâsı, (Hicrî kamerî) se­ne başı kabûl edildi. Bu kamerî sene başı, Temmuz ayının onaltıncı cum’a günü idi. Kubâda dört gece kalıp, cum’a günü çıkdı. O gün Medîneye girdi. Herhangi bir mîlâdî sene başının rastladığı hicrî şemsî sene, bu mî­lâdî seneden 622 noksandır. Herhangi bir hicrî şemsî sene başının rastla­dığı mîlâdî sene, bu şemsî seneden 621 fazladır.]

Oğlum Muhammed Ma’sûm “kuddise sirruh” bugünlerde (Şerh-i mevâ­kıf) kitâbını temâmladı. Derslerinde bu akllı denilenlerin, hatâlarını ve ka­bâhatlerini iyice anladı ve çok şey öğrendi. Cenâb-ı Hakka şükrler olsun ki, bizleri aklın dar çerçevesi içinde bırakmayıp, doğru yola çıkardı. Eğer Peygamberleri ile “aleyhimüssalevâtü vesselâm” doğru yolu gösterme­seydi, biz de o zevallılar gibi aklın ermediği şeylerde, zan etdiklerimize ina­nacak ve helâk olacakdık.

[İmâm-ı Muhammed Gazâlî, imâm-ı Ahmed Rabbânî ve dahâ birçok is­lâm büyükleri, eski Yunan felsefesini inceleyip, didik didik etmiş ve o fel­sefecilerin ne kadar câhil, ahmak ve kâfir olduklarını bildirmişlerdir. Müs­limânların, böyle kâfirleri beğenmemelerini, onlara aldanmamalarını, bir­çok kitâblarında yazmışlardır.

O hâlde kâfirlerin, (İslâm âlimleri, tesavvuf adamları, eski Yunan fele­soflarının, Batlemyus mektebinin te’sîri altında kalmış) demeleri temâmen yanlışdır. İslâm âlimlerini, onların talebesi ve taklîdcisi şekline sokarak, bun­ları küçültmek için yapılan, iftirâlardır. Hâlbuki islâm âlimleri, eski Yunan ve Roma felsefelerini çürüterek, yere sermiş,