325/326 259-Mektub

nûrları, küfr karanlıkları içinde, yıldızlar gibi parlamışdır. Eğer merâk ediyor isen, bu şehrleri söyliyebilirim. Ba’zı Pey­gamberlere bir kişi bile inanmamış, kimse kabûl etmemişdir. Yalnız bir ki­şinin inandığı Peygamberler de olmuşdur. Ba’zılarına da, iki veyâ üç kim­se îmân etmişdir. Hindistânda bir Peygambere, üç kişiden çok inanan ol­duğu görülemiyor. Ya’nî, dört dâne ümmeti bulunan Peygamber olma­mışdır. Hindlilerin tapındıkları kimselerden ba’zılarının kitâblarında, Al­lahü teâlânın varlığı ve sıfatları hakkında görülen yazıları, hep o Peygam­berin ışıklarının aksleridir. Çünki her asrda, her ümmete Peygamber “aley­himüssalâtü vesselâm” gelerek Allahü teâlânın varlığını ve sıfatlarını bil­dirmişdir. Onların mubârek varlıkları olmasaydı, küfr ve günâh pislikleri ile kirlenmiş olan akllar, îmân devletine kavuşamazdı. Bu ahmaklar, çürük aklları ile, herkesi kandırıp, kendilerine tapmağa zorlamış, [Sizi biz kurtar­dık, bizim sâyemizde yaşıyorsunuz diyerek,] kendilerinden başka bir kuv­vetin bulunmadığını sanmışlardı. Nitekim, Mısr fir’avnları: (Eğer benden başkasına taparsan, seni habs ederim) demişdi. Ba’zıları da, bu kâinâtın bir yaratanı olduğunu işitdiklerinden, kendilerine yaratıcı [ebedî lider], dedi­remiyeceklerini anlıyarak, bir yaratanın varlığını söylemiş, fekat bunun ken­dilerine sirâyet etdiğini bildirerek, bu hîle ile insanları kendilerine tapdır­mağa uğraşmışlardır.

[Bugün Hindistânda yayılmış olan, Berehmen ve Buda dinlerinde, orada­ki eski Peygamberlerin kitâblarından, sözlerinden alınmış kıymetli bilgile­rin bulunduğu görülmekdedir. Berehmen ve Buda dinleri, hıristiyanlık dîni gibi, eski Peygamberlerin “aleyhimüsselâm” bildirdiği doğru dinlerin bozul­muş, değişdirilmiş bir hâlidir. Bunların hepsi, Muhammed aleyhisselâmın Pey­gamber olduğuna inanmadıkları için kâfirdir. Seyyid şerîf-i Cürcânî “rahme­tullahi aleyh”, (Şerh-i mevâkıf) sonunda, üçüncü maksadda, buyuruyor ki: (Muhammed aleyhisselâmın Peygamber olduğuna inanmıyan kâfir olur. Bunlardan, yehûdî ve nasârâ [hıristiyan], başka Peygamberlere inanıyor. [Se­mâvî dinlere inananlara (Ehl-i kitâb), ya’nî (Kitâblı kâfir) denir.] Başka Peygamberlere de inanmıyanlardan, berehmenler, Allahü teâlânın varlığı­na inanmakdadır. Dehriyye ise, Allahü teâlâya da inanmıyor. Herşey tabî’at kanûnları ile var oluyor. Bir yaratıcı yokdur. Dehr, ya’nî zemân ilerledikçe, herşey değişmekdedir diyor). Mecûsîler, Allahü teâlânın iki olduğuna, müş­rikler ve putperestler ise, çok olduğuna inanıyor. Berehmen, mecûsî ve put­perestler, kitâbsız kâfirdir. Çünki bir Peygambere inanmıyor. Bir semâvî ki­tâb okumuyorlar. Komünistler ise, dinsiz, tanrısız kâfir olup, dehriyye kıs­mındandır. Şimdi, yeryüzünde, değişdirilmemiş bulunan hak din, yalnız Muhammed aleyhisselâmın getirdiği islâm dînidir. Bu dînin, kıyâmete kadar bozulmıyacağını, doğru olarak kalacağını Allahü teâlâ söz vermişdir].

Süâl: Hindistânda, Peygamber “aleyhimüssalevâtü vesselâm” gönderil­miş olsaydı, biz de işitirdik. Dilden dile, her tarafa yayılırdı?

Cevâb: Bunlar, bütün Hindistâna gönderilmiş değildi. Ba’zıları, bir şeh­re, hattâ bir köye idi. Allahü teâlâ, bir millet veyâ bir şehr ehâlîsinden en iyisini bu devletle şereflendiriyor, o da, Allahü teâlânın varlığını, birliğini ve emrlerini, Ondan başka kimsenin birşey yaratamıyacağını insanlara bildiriyordu. Onlar da, ona inanmıyor, inkâr ediyordu. Câhil, yalancı, de­li diye alay ediyorlardı. Azgınlıkları, ona eziyyetleri artınca, Allahü teâlâ da, onları helâk ediyordu. Uzun zemân sonra, başka bir Peygamberi, böy­lece gönderiyor ve yine böyle oluyordu. Hindistânda böylece yıkılmış, şehr harâbeleri çok görülmekdedir. Şehrlerin bu sebebden harâb oldukla­rı ve Peygamberlerin da’vetleri, etrâfdaki insanlar arasında yayılıp, uzun zemân dillerde dolaşıyordu. Peygamberlere “aleyhimüssalevâtü vesse­lâm” çok kimse inansaydı ve mü’minler hâkim olarak kalsalardı, o ze­mân, bizim de haberimiz olurdu. Fekat bir kişi, birkaç gün nasîhat edip gi­der, buna kimse inanmaz ve bir başkasına, ancak bir kişi, iki kişi inanırsa, bize nasıl haber gelebilir. Çünki kâfirler, dîni söndürmeğe çalışıyor, baba­larının yoluna uymıyan dîni beğenmiyorlardı. Kim haber verecek ve kime söyliyecek. Sonra Resûl, Nebî ve Peygamber kelimeleri, fârisî ve arabîdir. Hind lügatinde bu kelimeler yok idi ki, o Peygamberlere de, bu ismler ve­rilmiş olsun. Nihâyet şunu da söyliyelim ki, Hindistânın Peygamber gelmi­yen ve doğru yol gösterilmiyen yerleri de var dersek, buralardaki insanlar, dağda, çölde yetişen müşrikler gibi olup, inâd etdikleri ve herkesi kendi­lerine tapdırdıkları hâlde bile, Cehenneme girmez ve ebedî azâb görmez­ler. Böylelerin Cehenneme girmesi, akl-ı selîme, ya’nî şaşmıyan akllara uy­gun olmadığı gibi, yanılmıyan keşfler de, buna müsâ’ade etmez. Fekat, bun­lardan inâd edenlerin bir kısmının Cehenneme gitdiklerini görmekdeyiz. Herşeyin doğrusunu, ancak Allahü teâlâ bilir.

Kimseye etmem şikâyet, ağlarım ben hâlime,

titrerim mücrim gibi, bakdıkca istikbâlime!