348 264-Mektub

264

İKİYÜZALTMIŞDÖRDÜNCÜ MEKTÛB

Bu mektûb, mîr seyyid Bâkır-i Sârenpûrîye yazılmışdır. En sonda hay­ret ve cehâlete varmak lâzım olduğu, keşf ve kerâmetlere güvenilmemesi lâzım olduğu bildirilmekdedir:

Allahü teâlâya hamd olsun! Onun seçdiği kullarına selâmlar olsun! Aşırı sevginizi ve kavuşmak istediğinizi bildiren kıymetli mektûbunuz ge­lerek bizleri çok sevindirdi. İşinize bakınız! İsmleri ve sıfatları düşünmek­sizin, Zât-i teâlânın ismini çok zikr ediniz! O makâmdan câhil ve anlamak­dan şaşkın oluncıya kadar, bu mubârek ismi zikr ediniz! Çünki zikr eder­ken, Allahü teâlânın ismleri ve sıfatları düşünülürse, çok olur ki, hâller hâ­sıl olur. Mevâcidin zuhûr etmesine sebeb olur. Hâllerde ve mevâcidde yanlışlıklar olduğu çok görülmüşdür. Burada, bâtılın hak ile karışdığı çok vâkı’ olmuşdur. Bu günlerde, başka yerde bulunan şeyhlerden biri, bu fa­kîre mektûb yazarak hâlini bildirdi. Dedi ki, Fenâ hâli beni öyle kapladı ki, her neye baksam, hiçbirşey göremem. Yere, göke baksam, hiç göremem. Ar­şı, Kürsîyi de bulamam. Kendimi düşünsem hiç bulamam. Birinin yanına gitsem, onu da bulamam. Allahü teâlâ sonsuzdur. Onun sonunu kimse bulamamışdır. Tesavvuf büyükleri “rahmetullahi aleyhim”, bu hâlimi ke­mâl olarak bildirmişlerdi. Sen de, bunu kemâl biliyorsan, Allahü teâlâya ka­vuşmak için senin yanına gelmekliğime lüzûm yok. Eğer sen, başka birşe­yi kemâl biliyorsan bana yaz!

Fakîr, ona şöyle cevâb yazdım: Bu hâller, kalbin değişiklikleridir. Kalb, bu yolun dahâ birinci basamağıdır. Bu hâller bulunan kimse, kalbin dahâ dörtde birini geçmişdir. Kalbin geri kalan üç parçasını geçmesi lâzımdır. Bundan sonra, ikinci basamak olan rûha sıra gelir. Bu mektûbdan bir ze­mân sonra, bu fakîrden tarîkat dersi alarak memleketine gitmiş olan, sev­diklerimizden birisi, birgün yanımıza gelip, hâsıl olan hâllerini anlatdı. Hâli, o mektûbu yazan şeyhin hâline benziyordu. Hattâ bu, o makâmda, on­dan birkaç adım dahâ ilerde idi. Bunun hâline teveccüh olundukda, onun bu Fenâsı, hava maddesinde idi. Hava, her boşlukda bulunduğu için, onun gördüğü hep hava idi. Bunu, sonsuz olan Allahü teâlâ sanmışdı. Allahü te­âlâ, böyle şeylerden münezzehdir. Onu ikinci olarak çağırarak hâlini araş­dırdığımda, havadan başka hiçbir şeye tutulmuş olmadığını iyi anladım. Böy­le olduğunu kendine de bildirdim. O da, vicdânına danışdığında, havadan başka hiçbir kazancı olmadığını kendisi de anladı. O hâllerinden tevbe ve istigfâr eyledi. İlerlemeğe çalışdı.

Kalb, Âlem-i halk ile Âlem-i ervâh arasında bir vâsıtadır. Bu her iki âle­me de benziyen tarafları vardır. Sanki kalbin yarısı Âlem-i halkdan, yarı­sı da Âlem-i ervâhdan gibidir. Âlem-i halkdan olan yarısının da yarısı ha-va olur. Buna göre kalbin dörtde biri hava olur. Bu son bildirdiğimiz de, bi­rinci cevâba uygun olmakdadır. Bundan fazla yazacak zemân olmadı. Si­ze ve doğru yolda olanlara ve Muhammed Mustafânın izinde gidenlere se­lâm olsun! [(Âlem-i halk) madde âlemi demekdir. Çünki halk, ölçmek ma’nâsına da kullanılır].