Bu emânet, sanki onun sırtında kalmışdır. Yavaş yavaş, elverişli olanlara ulaşdıracakdır. Bu emâneti yüklenmeden önce, başka tarafa bakıyordu. Bu nisbetle ilgisi yokdu. Bunu yüklenmesinde nice hikmetler vardır. Bu nisbeti taşıyanlara, her ne kadar bundan az pay düşer ise de, bu nisbetde büyüklerin nûrları çok bulunur. Şöyle ki, bu nisbetde bulunan az bir sekr, Sultânül’ârifînin nûrlarından bulaşmışdır. Bu sekr, mübtedîlerin hissini giderir. Aklını dağıtır. Sonra kendisi, yavaş yavaş yok olur. Sahv kaplar. Bu nisbet, sahv mertebelerinde de bulunur. Görünüşde sahvdır. İçi ise, sekrdir. Şu beyt bunların hâlini anlatmakdadır. Fârisî beyt tercemesi:
İçerden âşinâ ol, dışardan yabancı, Böyle güzel yürüyüş az bulunur cihânda!
Bunun gibi, her büyükden bir nûr alarak, elverişli olanlara ulaşmışdır. Ârif-i Rabbânî hâce Abdülhâlık-i Goncdevânî hazretleri, Hâcelerimiz zincirinin baş halkasıdır “kaddesallahü teâlâ esrârehüm”. Bunun zemânında, bu nisbet yeniden tâzelendi. Meydâna çıkdı. Bundan sonra, bu yolda (Sülûk-i âfâkî), yine örtüldü. Cezbe hâsıl oldukdan sonra, sülûk başka yollarla yapılarak yükseldiler. Hâce Behâüddîn-i Buhârî “kaddesallahü sirrehül akdes” dünyâya gelinceye kadar böyle kaldı. Bunun zemânında, bu nisbet, bu cezbe ve Sülûk-i âfâkî ile birlikde yine meydâna çıkdı. Her ikisi ile, ma’rifeti ve muhabbeti bir araya topladı. Bununla birlikde, hazret-i Sıddîkdan gelen başka bir cezbeyi de, Şâh hazretlerine ihsân etdiler. Bunu yukarıda bildirmişdik. Hâce Alâ’üddîn-i Attâr hazretleri, halîfesi olunca, Şâh hazretlerinin kemâllerinden çok pay aldı. Her iki cezbe ve Sülûk-i âfâkî ile şereflendi. Kutb-i irşâd makâmına ulaşdı. Hâce Muhammed Pârisâ hazretleri de, Şâh hazretlerinin kemâllerinden tâm pay aldı. Şâh hazretleri, son günlerinde, (Beni görmek isteyen Muhammed Pârisâyı görsün!) buyurdu. Bir kerre de, (Behâüddînin var olması, Muhammed Pârisânın meydâna gelmesi içindir), buyurduğunu kendisi haber vermişdir. Muhammed Pârisâ hazretlerine, (Ferdiyyet) nisbetinin kemâllerini, mevlânâ Ârif-i Kerânî hazretleri son günlerinde ihsân eylemişdir. Bu nisbet kendisini kapladığı için şeyhlik yapamadı ve talebeyi kemâle kavuşduramadı. Yoksa, kemâlin ve kemâle erdirmenin en yüksek derecesinde idi. Hâce Behâüddîn-i Buhârî Muhammed Pârisâ için, (Eğer o şeyhlik yapsaydı, âlem nûrla dolardı) buyurmuşdu. Mevlânâ Ârif, bu ferdiyyet nisbetini zevcesinin pederi Mevlânâ Behâeddîn [Kışlâkî] hazretlerinden almışdı.
Ferdiyyet nisbetinde yüz, Hak teâlâya karşıdır. Şeyhlikle, talebe yetişdirmekle, öğretmekle ilgisi yokdur.
Eğer bu nisbet, da’vet makâmı olan ve tâlibleri kemâle kavuşduran (Kutb-i irşâd) nisbeti ile birleşirse, ferdiyyet nisbeti ağır basınca, irşâd etmek ve kemâle kavuşdurmak az olur. Eğer iki nisbet de tâm ise, görünüşde halk iledir. İçi ise, hep Hak teâlâ iledir. İnsanları yetişdirmekde, en yüksek derece, bu iki nisbeti taşıyan zâtın makâmıdır. (Kutbiyyet-i irşâd) nisbeti de, yalnız başına insanları kemâle erdirmeğe yetişir. Fekat bu büyüklerin bu makâmda ayrı bir mertebeleri vardır. Bakışları, kalb hastalıklarına şifâdır. Onların yanında bulunmak, kötü huyları yok eder. Seyyid-üt-tâife Cüneyd-i Bağdâdî, bu büyük devlete kavuşmuşdu.
4:42 minutes ( 2.17 MB)