456 290-Mektub

Bu emânet, sanki onun sırtında kalmışdır. Yavaş yavaş, elverişli olanlara ulaş­dıracakdır. Bu emâneti yüklenmeden önce, başka tarafa bakıyordu. Bu nisbetle ilgisi yokdu. Bunu yüklenmesinde nice hikmetler vardır. Bu nisbe­ti taşıyanlara, her ne kadar bundan az pay düşer ise de, bu nisbetde büyük­lerin nûrları çok bulunur. Şöyle ki, bu nisbetde bulunan az bir sekr, Sultân­ül’ârifînin nûrlarından bulaşmışdır. Bu sekr, mübtedîlerin hissini giderir. Ak­lını dağıtır. Sonra kendisi, yavaş yavaş yok olur. Sahv kaplar. Bu nisbet, sahv mertebelerinde de bulunur. Görünüşde sahvdır. İçi ise, sekrdir. Şu beyt bun­ların hâlini anlatmakdadır. Fârisî beyt tercemesi:

İçerden âşinâ ol, dışardan yabancı, Böyle güzel yürüyüş az bulunur cihânda!

Bunun gibi, her büyükden bir nûr alarak, elverişli olanlara ulaşmışdır. Ârif-i Rabbânî hâce Abdülhâlık-i Goncdevânî hazretleri, Hâcelerimiz zin­cirinin baş halkasıdır “kaddesallahü teâlâ esrârehüm”. Bunun zemânında, bu nisbet yeniden tâzelendi. Meydâna çıkdı. Bundan sonra, bu yolda (Sü­lûk-i âfâkî), yine örtüldü. Cezbe hâsıl oldukdan sonra, sülûk başka yollar­la yapılarak yükseldiler. Hâce Behâüddîn-i Buhârî “kaddesallahü sirrehül akdes” dünyâya gelinceye kadar böyle kaldı. Bunun zemânında, bu nisbet, bu cezbe ve Sülûk-i âfâkî ile birlikde yine meydâna çıkdı. Her ikisi ile, ma’ri­feti ve muhabbeti bir araya topladı. Bununla birlikde, hazret-i Sıddîkdan gelen başka bir cezbeyi de, Şâh hazretlerine ihsân etdiler. Bunu yukarıda bildirmişdik. Hâce Alâ’üddîn-i Attâr hazretleri, halîfesi olunca, Şâh hazret­lerinin kemâllerinden çok pay aldı. Her iki cezbe ve Sülûk-i âfâkî ile şeref­lendi. Kutb-i irşâd makâmına ulaşdı. Hâce Muhammed Pârisâ hazretleri de, Şâh hazretlerinin kemâllerinden tâm pay aldı. Şâh hazretleri, son günlerin­de, (Beni görmek isteyen Muhammed Pârisâyı görsün!) buyurdu. Bir ker­re de, (Behâüddînin var olması, Muhammed Pârisânın meydâna gelmesi içindir), buyurduğunu kendisi haber vermişdir. Muhammed Pârisâ haz­retlerine, (Ferdiyyet) nisbetinin kemâllerini, mevlânâ Ârif-i Kerânî hazret­leri son günlerinde ihsân eylemişdir. Bu nisbet kendisini kapladığı için şeyhlik yapamadı ve talebeyi kemâle kavuşduramadı. Yoksa, kemâlin ve ke­mâle erdirmenin en yüksek derecesinde idi. Hâce Behâüddîn-i Buhârî Muhammed Pârisâ için, (Eğer o şeyhlik yapsaydı, âlem nûrla dolardı) bu­yurmuşdu. Mevlânâ Ârif, bu ferdiyyet nisbetini zevcesinin pederi Mevlâ­nâ Behâeddîn [Kışlâkî] hazretlerinden almışdı.

Ferdiyyet nisbetinde yüz, Hak teâlâya karşıdır. Şeyhlikle, talebe yetiş­dirmekle, öğretmekle ilgisi yokdur.

Eğer bu nisbet, da’vet makâmı olan ve tâlibleri kemâle kavuşduran (Kutb-i irşâd) nisbeti ile birleşirse, ferdiyyet nisbeti ağır basınca, irşâd et­mek ve kemâle kavuşdurmak az olur. Eğer iki nisbet de tâm ise, görünüş­de halk iledir. İçi ise, hep Hak teâlâ iledir. İnsanları yetişdirmekde, en yük­sek derece, bu iki nisbeti taşıyan zâtın makâmıdır. (Kutbiyyet-i irşâd) nis­beti de, yalnız başına insanları kemâle erdirmeğe yetişir. Fekat bu büyük­lerin bu makâmda ayrı bir mertebeleri vardır. Bakışları, kalb hastalıkları­na şifâdır. Onların yanında bulunmak, kötü huyları yok eder. Seyyid-üt-tâ­ife Cüneyd-i Bağdâdî, bu büyük devlete kavuşmuşdu.