024 11-Mektub

Önce sıfatları, hattâ sıfatları durdu­ran nûru kendinden ayrı görmüşdü. Kendisini boş bir kalıp olarak bulmuş­du. Sonra sıfatları zâtdan ayrılmış gördü. Bu görüşle, cezbe makâmından ehadiyyete kavuşdu, şimdi herşeyi ve kendini yok sanmakdadır. İhâta ve ma’iyyet görmemekdedir. Gizlilerin gizlisine öyle bağlanmışdır ki, şaşkın ve câhil bir hâldedir. Seyyid Şâh Hüseyn de cezbe makâmının sonuna yak­laşdı ve başı son noktaya ulaşdı. Bu da, Allahü teâlânın sıfatlarını zâtından ayrı görmekdedir. Fekat bir olan bu zâtı her yerde bulmakdadır. Bundan zevk almakdadır. Meyân Ca’fer de son noktaya yaklaşdı. Çok sevinçlidir. Hareketli ve seslidir. Şâh Hüseyne yaklaşmışdır. Diğer sevdiklerimizin hâlleri de başka başkadır. Meyân Şeyh ve Şeyh Îsâ ve Şeyh Kemâl, cezbe makâmında yukarıki noktaya çıkmışlardır. Şeyh Kemâl, inmeye de başla­mışdır. Şeyh Nâkürî yukarıdaki noktanın altına gelmişdir. Fekat dahâ gide­cek çok yolu vardır. Buradaki sevdiklerimizden, şimdiye kadar sekiz veyâ dokuz, hattâ on kişi, yukarıdaki noktanın altına ulaşmışdır. Birkaçı nokta­ya gelmiş ve inmeye başlamışlardır. Kimisi noktaya yakın, kimisi uzakdır. Meyân Şeyh Müzemmil kendini yok buluyor. Sıfatları asldan görüyor. Mutlak olan varlığı her yerde buluyor. Hattâ hiçbirini görmüyor. Mevlânâ Ma’hûda, tâlibleri yetişdirmek için izn vermenin iyi olacağı görünüyor. Fekat, cezbeye uygun icâzet olacakdır. Her ne kadar, onun da istifâde ede­ceği birkaç şey kalmış ise de, gitmek için acele etdi, durmadı. Yüksek ka­pınıza kavuşmak için yola çıkdı. Ona yarıyacak bir vazîfeyi kendisine bu­yurursunuz. Bu aşağı köleniz bildiğini yazdı. Emr sizindir. Hâce Ziyâeddîn Muhammed bir kaç gün burada kaldı. Biraz huzûr ve cem’ıyyet edindi. Fe­kat, sonunda, geçim sıkıntısından kendini toparlıyamadı, askere gitdi. Mevlânâ Şîr Muhammedin oğlu da yüksek kapınıza doğru yola çıkdı. Biraz huzûr ve cem’ıyyet edinmişdir. Ba’zı engeller dolayısı ile o kadar ilerliye­medi. Dahâ çok yazmak saygısızlık olacakdır. Fârisî mısra’ tercemesi:

Köle, kendi haddini bilmelidir!

Mektûbu yazdıkdan sonra bir hâl kapladı, yazmakla anlatılacak gibi de­ğildir. Bu hâlde iken (Fenâ-i irâde) hâsıl oldu. Dahâ önce de, bir şeye istek kalmamışdı. Fekat, istek büsbütün yok olmamışdı. O hâlimi yüksek kapı­nıza sunmuşdum. Şimdi, irâde de kökünden kazındı. Şimdi ne istenilen bir­şey var, ne de istek var. Bu fenânın şekli de gösterildi. Bu makâma uygun olan birçok bilgiler de verildi. Bu bilgiler çok ince ve karışık olduklarından yazılması güç oluyor. Bunun için, bunlar üzerinde kalem yürütemedim. Bu fenânın hâsıl olduğu ve ilmlerin verildiği zemân vahdetden ileride yepye­ni şeyler göründü. Vahdetin ötesinde birşey görülemiyeceği, hattâ hiçbir bağlılık bulunmadığı belli ise de, bulunanı yazmağı emr buyurmuşdunuz. Birşeyi iyi anlamadıkça yazmağa cesâret edemiyorum. Bu makâmın şek­li, vahdetin ötesinde öyle göründü ki, Egre şehri Delhi şehrinin ötesinde bulunduğu gibi. Bu görüşün doğruluğunda hiç şübhe kalmadı. Her ne ka­dar, gözümde ne vahdet var, ne vahdetden ötesi var ve ne de hakîkat ola­rak veyâ hakkı onun ötesinde bileceğim bir makâm var. Hayret ve cehâlet tamdır. Bu görüşlerle, hiçbir değişikliğe uğramamışdır. Ne yazacağımı bi­lemiyorum. Hep birbirine uymayan şeyler, hiçbiri anlatılamıyor. Fekat, hep­sinin varlığında şübhem yokdur. Estagfirullah ve etûbü ilellah min cemî’i mâ kerihallah, kavlen ve fi’len ve hâtıran ve nâzıran. [Ya’nî, Allahü teâlâ­dan magfiret dilerim ve Allahü teâlânın beğenmediği sözden, işden, düşün­ceden ve görüşden Allahü teâlâya tevbe ederim.]

Şimdi anlaşıldı ki, bundan önce sıfatların fenâsı ya’nî, sıfatları unut­mak, sıfatların birbirlerinden ayrılmamalarına sebeb olan şeyler de fenâ idi. Bu şeyler, vahdetde bulunmakda idiler. Bunlar yok olmuşlardı. Şimdi, sıfat­ların kendileri de, vahdetde bulunarak olsa bile, yok oldu. Ehadiyyet kah­ramânı, varlıkda hiçbir şey bırakmadı. İlm-i ilâhîde, sıfatların topluca veyâ birer birer olan ayrılıkları da kalmadı. Yalnız hâric göründü. (Allahü teâlâ var idi. Ondan başka hiçbir şey yok idi.) Şimdi de böyledir. Bundan önce, bu hadîs-i şerîfi yalnız biliyordum. Fekat, bu hâlde değildim. Bu hâlimin doğ­ruluğunda veyâ yanlışlığında bu fakîri uyandıracağınızı ümmîd ederim.

Mevlânâ Kâsım Alînin tekmîl makâmına erişdiği görülüyor. Oradaki sev­diklerimizden birkaçının da, bu makâma ulaşdıkları anlaşılıyor. Herşeyin doğrusunu ancak Allahü teâlâ bilir.