422 286-Mektub

Bozuk görüşlere saplanıp kalırlar. Fekat, böyle kalan­lara kıyâmetde cezâ yapılmaz. Bunlar, yanılan müctehidlere benzer. Müc­tehid, ictihâd yaparken yanılmışdır. Bu ise, keşfinde yanılmakdadır.

Tesavvuf yolcularının yanıldıkları şeylerden biri, vahdet-i vücûd görme­leridir. Yukarıda bildirildiği gibi, Allahü teâlânın, mahlûkları ihâta etdiği­ni, bunlarla berâber olduğunu, kendisinin yakın olduğunu sanırlar. Allahü teâlânın sekiz sıfatının ayrıca var olduklarına inanmıyanları olur. Hâlbu­ki, Ehl-i sünnet âlimleri “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, bu sekiz sı­fatın hâricde, ayrıca var olduklarını bildirmekdedir. Bunların, sıfatları in­kâr etmesi, bu sıfatlar ayna gibi olup, bu aynada, Zât-i ilâhîyi müşâhede et­dikleri içindir. Aynada birşeye bakan kimse, o şeyi görür. Aynayı görmez. Bunun gibi, sıfatları göremedikleri için bunların hâricde varlıklarını kabûl etmezler. Sıfatlar var olsaydı bunları görürdük derler. Görülmiyen şeyi, yok­dur sanırlar. Sıfatların hâricde var olduğunu söyliyen âlimlere dil uzatırlar. Hattâ, bunlara kâfir, müşrik de diyenleri olur. Din âlimlerine, böyle yersiz dil uzatmağa kalkışmakdan Allahü teâlâya sığınırız! Bunları, bulundukla­rı makâmlardan ileri geçirirlerse, böylece şühûdlerini şaşırtan perdeler aradan kalkarsa, sıfatları ayna sanmakdan kurtularak, onları hâricde, ay­rıca var olarak görürler. Varlıklarını inkârdan vaz geçerler. Âlimlere dil uza­tamaz olurlar.

Bunların Ehl-i sünnet i’tikâdına uymıyan bir işleri de, Allahü teâlânın ba’zı şeyleri yaratmağa mecbûr olacağını gösteren sözleridir. Her ne kadar, mecbûrdur demiyorlar, irâde ederse, isterse yaratır diyorlarsa da, sözlerin­den, irâde sıfatına inanmadıkları anlaşılmakdadır. Bu sözleri hiçbir dîne de uymamakdadır.

Uymıyan sözlerinden bir başkası da, Allahü teâlâ kudret sâhibidir diyor­lar ve istediğini yapar, istemediğini yaratmaz diyorlarsa da, hep ister, iste­memesi olmaz diyorlar. Böyle söylemek, Allahü teâlâyı yaratmasında mecbûr bilmek demekdir. Hattâ, kudretini inkâr etmek olur. Çünki bütün din sâhiblerine göre, Allahü teâlânın kudreti, dilerse yaratır, dilemezse ya­ratmaz ma’nâsına olan kudretdir. Bunların sözünden ise, yapmağa mecbûr olan, yaratmamasına imkân olmıyan bir kudret anlaşılmakdadır. Bu sözle­ri, hükemânın, felesofların sözüne benziyor. Bunların, elbette ister, isteme­mesi olamaz diyerek, irâde sıfatına ma’nâ vermeleri, böylece kendilerini fel­sefecilerden ayırmaları bir işe yaramaz. Çünki irâde etmek, dilemek, eşid olan iki işden birini seçmek demekdir. İki iş eşid olmazsa, irâde de yok de­mekdir. Bunların sözünde, lâzım olmak ve yok olmak tarafları müsâvî de­ğildir.

Bunların uygunsuz işlerinden biri de, kazâ ve kaderi anlatmalarıdır. Burada da, cebre kaymakdadırlar. Hâkim, mahkûm da olur. Mahkûm, hâ­kim de olur diyorlar. Allahü teâlâyı mecbûr bilmek şöyle dursun, Onu bi­risine mahkûm bilmek, üzerinde bir hâkim bulunacağını söylemek, çok çir­kin bir sözdür.

Ehl-i sünnete uymıyan sözlerinden biri de Cennetde, Allahü teâlâ, an­cak Tecellî-i sûrî ile görülebilir demeleridir. Bu sözleri, Allahü teâlânın Cen­netde görüleceğine inanmamak demekdir. Sûreti görülebilir demeleri, kendi görülemez demekdir.