197 160-Mektub

Ona hiçbir benzerlikleri yokdur dediler. Kendilerini, güçsüz, kuv­vetsiz bir kul olmakdan başka bilmediler. Onu, kendi sâhibleri ve yaratı­cıları olarak bildiler. Kendilerini sâhib sanmak veyâ Onun gölgesi sanmak, bunlara çok ağır gelmekdedir. Arabî mısra’ tercemesi:

Herşeyin sâhibine gelen ne, toprağa düşen ne?

Bu büyükler, herşeyi Hak teâlânın mahlûkları bildikleri için severler. Herşey, gözlerine sevgili görünür. Mahlûkların kendileri gibi, işleri de, Allahü teâlânın mahlûku oldukları için, hepsine boyun eğer, beğenirler. Hiç­bir işi beğenmemezlik etmezler. İslâmiyyetin beğenmediği şeyleri, islâ­miyyete uydukları için beğenmezler. Tevhîd-i vücûdî sâhibleri, herşeyi, Hak teâlâya mazhar oldukları için, hattâ Ondan başka olmadıkları için, sev­dikleri ve boyun bükdükleri gibi, bu büyükler, Hak teâlânın mahlûkları ol­dukları için sever ve teslîm olurlar. Fârisî mısra’ tercemesi:

Yolların nerden ayrıldıklarını iyi gör!

Sevgili az sevilse de, ondan başka olmıyan şeyin de, o kadar sevileceği­ni herkes bilir. Fekat, sevgilinin kullarını, yapdıklarını ve kölelerini seve­bilmek için, sevgilinin çok sevilmiş olması lâzımdır. Bu büyüklerin vilâyet makâmlarının en sonu olan (Abdiyyet), ya’nî kulluk makâmından tâm payları vardır. Bu seçilmişlerin hâllerinin doğru olduğunu gösteren en kuvvetli delîl, işâret, keşflerinin hepsinin Kitâba ve sünnete ve islâmiyye­tin açıkca bildirdiği şeylere tâm uygun olmalarıdır. İslâmiyyetden kıl ucu kadar ayrılmamışlardır. Ey Allahımız! Muhammed aleyhisselâm hurmeti­ne “sallallahü teâlâ aleyhi ve alâ âlihi ve selleme ve bâreke”, bizleri, bu bü­yükleri sevenlerden ve onlara uyanlardan eyle!

Bu satırları yazan dervîş, önce tevhîd-i vücûdîye inanıyordum. Çocuk­luğumdan beri tevhîd bilgileri içindeydim. Buna inancım tâmdı. O zemân tevhîd hâllerim de yokdu. Tesavvuf yoluna girince, önce tevhîd yolu açıl­dı. Çok zemân, bu yolun makâmlarında dolaşdım. Bu makâmlara uygun çok bilgiler edindim. Tevhîd-i vücûdî sâhiblerine gelen hâller ve çözülemiyen bilgilerin hepsi, keşflerle ve akıp gelen bilgilerle çözüldüler. Çok zemân son­ra, bu dervîşi başka bir nisbet, bağlılık kapladı. Bu nisbet kuvvetlenince, tev­hîd bilgileri durdu. Fekat, o bilgileri yine beğeniyordum, inkâr etmiyordum. Böyle uzunca bir zemân geçdi. Sonunda, onları beğenmez, inanmaz oldum. Bu mertebenin çok aşağı olduğunu ve zıl makâmlarına yükselmek lâzım gel­diğini gösterdiler. Fekat, bu inkârım elimde değildi. Bu makâmdan ayrıl­mak istemiyordum. Çünki tesavvuf büyüklerinin çoğu, bu makâmda bulun­makdadır. Zıl makâmına yükselince, kendimi, bütün âlemi, zıl, gölge gibi buldum. Yukarıda bildirilen, ikinci âlimler gibi oldum. Önceki makâmdan, buraya çıkardıklarını istemedim. Çünki, vahdet-i vücûdü dahâ yüksek bi­liyordum. O makâm, buna tâm uygundu. Büyük bir ni’met ve merhamet ola­rak, (Zıl makâmı)ndan da yukarı götürdüler. Abdiyyet, kulluk makâmına ulaşdırdılar. Bu makâmın dahâ olgun olduğu göründü. Yüksekliği anlaşıl­dı. Önceki makâmlardan pişmân oldum. Tevbe etdim. Bu dervîşi, bu yol­lardan geçirmeselerdi ve birbirlerinden üstünlüklerini göstermeselerdi, bu makâma getirilmekle alçaldığımı zan edecekdim. Çünki önceleri, Tev­hîd-i vücûdîden dahâ yüksek makâm yok sanıyordum. Doğruyu açığa çı­karan, Allahü teâlâdır. Doğru yolu gösteren yalnız Odur.

Bu fakîrin mektûblarında ve kitâblarında ve belki her sâlikin sözlerin­de bulunan bilgilerin ve ma’rifetlerin, başka başka olması, kavuşulan ma­kâmların başka başka olmalarındandır. Her makâmın bilgileri, ma’rifetle­ri başkadır. Her hâli bildiren söz başka olur. Görülüyor ki, bilgilerde baş­kalık, ayrılık yokdur. Ahkâm-ı ilâhiyyenin zemânla değişdirilmiş olması gi­bidir. Bu sözleri, te’assubla, inâd ile karşılamayınız! Sallallahü teâlâ alâ sey­yidinâ Muhammedin ve alâ Âlihi ve sellem!