429 287-Mektub

Aranılana kavuşmak, bu bilgilerden kurtulmakla belli olur. Çünki, hiç­birşeye benzemiyene yaklaşdıkça âlem, yaratandan o kadar uzak bulunur. Bu zemân âlemi yaratandan başka bilmemek ve yaratanı, âlemi çevirmiş sanmak gibi şeyler olmaz. Arabî mısra’ tercemesi:

Toprağa düşen nerede? Herşeyin sâhibine olan nerede?

MA’RİFET 1: Hâce Nakşibend “kaddesallahü teâlâ sirrehül akdes” hazretleri, (Nihâyeti, başlangıcda yerleşdirdik) buyurdu. Bu söz, müntehî­lerde olan cezb ve muhabbet, bu yolda, başlangıcda olanlara olan cezb ve muhabbetde yerleşdirilmişdir demekdir. Çünki müntehînin çekilmesi, rû­hun çekilmesidir. Mübtedînin cezbi ise, kalbin çekilmesidir. Kalb, rûh ile nefs arasında geçid gibi olduğundan, kalb çekilirken, rûh da cezb olunmak­dadır. Başlangıcda bu yerleşmenin, yalnız bu tarîkde olması, büyüklerin bu yolu, bunun hâsıl olması için, koymuş olduklarındandır. Bu yolu, buna kavuşmak için, kurdukları içindir. Yoksa, bütün cezblerde de, bu yerleşmek vardır. Fekat, başka tarîkatlerde, rastgele hâsıl olabilmekdedir. Buna ka­vuşmaları için, belli bir yolları yokdur. Bundan başka, bu büyüklerin yolun­daki cezbe makâmı çok şânlıdır. Başkaları böyle değildir. Olsa da, çok azdır. Bunun için, bunların bir çoğuna, bu makâmda, sülûk konaklarını aş­mamış olsalar bile, sülûk edenlerin karışdıkları Fenâ ve Bekâya benzeyen Fenâ ve Bekâ hâsıl olur. (Tekmîl), ya’nî başkalarını yetişdirebilmek makâ­mından birşeylere kavuşurlar ki, (Seyr-i anillah-i billah) yolculuğu makâ­mına benzemekdedir. Böylece uygun yaradılışlı olanları yetişdirebilirler. Aşağıda, bunu dahâ açıklıyacağız. İnşâallahü teâlâ.

Burada bir incelik vardır: Şöyle ki, rûh bu bedene gelmeden önce, mukad­des âlemi biraz biliyordu. Bedene gelince, bu bilgisi kalmadı. Bu yolun bü­yükleri, rûha eski bilgisini hâtırlatacak bir yol buldular. Fekat rûh, bedene bağlı kaldıkca, o mukaddes makâma dönen kalb oluyor. Kalbin dönmesi, nef­sin ve rûhun da dönmeleri demekdir. Rûhun maksada dönmesi, kalbin dön­mesinde yerleşdirilmişdir. Müntehîlerde, rûh Fenâ buldukdan ve hakkânî vü­cûdle Bekâ buldukdan sonra, rûh maksada dönmekdedir. Rûhun o Bekâsı­na (Bekâ-billah) denir. Kalbin teveccühü içinde bulunan, rûhun teveccühü ve belki rûhun bedene gelmeden önceki teveccühü, rûhun varlığı ile birlik­de olan teveccühüdür. Rûh dahâ fânî olmamışdır. Rûhun varlığı ile olan te­veccühü ile, rûhun Fenâsı ile olan teveccühü başka başkadır. Kalbin tevec­cühü içinde olan rûhun teveccühüne nihâyet denilmesi, nihâyetde yalnız rûhun teveccühü kaldığı içindir. Nihâyetin, bidâyetde yerleşdirilmesi de­mek, nihâyetin görüntüsünün bidâyetde yerleşdirilmesidir. Kendisinin yer­leşdirilmesi demek değildir. O bidâyetde yerleşdirilemez. Görüntünün yer­leşdirildiğini açıkça söylememeleri, belki, bu (Tarîka-i aliyye) talebesini ça­lışdırmak için olabilir. İşin doğrusu, Allahü teâlânın yardımı ile, bizim bildir­diğimizdir. Sâbıkların çekilmeleri “kaddesallahü teâlâ esrârehüm”, çalış­makla, uğraşmakla değildir. Rehberin teveccühü ve huzûru iledir. Onların­ki de, kalbin çekilmesidir. Rûhun bedene gelmeden önce olan teveccühün­den de, biraz kalmışdır. Rûhun bedene gelmeden önceki teveccühünün meydâna çıkması için uğraşmak,