Aranılana kavuşmak, bu bilgilerden kurtulmakla belli olur. Çünki, hiçbirşeye benzemiyene yaklaşdıkça âlem, yaratandan o kadar uzak bulunur. Bu zemân âlemi yaratandan başka bilmemek ve yaratanı, âlemi çevirmiş sanmak gibi şeyler olmaz. Arabî mısra’ tercemesi:
Toprağa düşen nerede? Herşeyin sâhibine olan nerede?
MA’RİFET 1: Hâce Nakşibend “kaddesallahü teâlâ sirrehül akdes” hazretleri, (Nihâyeti, başlangıcda yerleşdirdik) buyurdu. Bu söz, müntehîlerde olan cezb ve muhabbet, bu yolda, başlangıcda olanlara olan cezb ve muhabbetde yerleşdirilmişdir demekdir. Çünki müntehînin çekilmesi, rûhun çekilmesidir. Mübtedînin cezbi ise, kalbin çekilmesidir. Kalb, rûh ile nefs arasında geçid gibi olduğundan, kalb çekilirken, rûh da cezb olunmakdadır. Başlangıcda bu yerleşmenin, yalnız bu tarîkde olması, büyüklerin bu yolu, bunun hâsıl olması için, koymuş olduklarındandır. Bu yolu, buna kavuşmak için, kurdukları içindir. Yoksa, bütün cezblerde de, bu yerleşmek vardır. Fekat, başka tarîkatlerde, rastgele hâsıl olabilmekdedir. Buna kavuşmaları için, belli bir yolları yokdur. Bundan başka, bu büyüklerin yolundaki cezbe makâmı çok şânlıdır. Başkaları böyle değildir. Olsa da, çok azdır. Bunun için, bunların bir çoğuna, bu makâmda, sülûk konaklarını aşmamış olsalar bile, sülûk edenlerin karışdıkları Fenâ ve Bekâya benzeyen Fenâ ve Bekâ hâsıl olur. (Tekmîl), ya’nî başkalarını yetişdirebilmek makâmından birşeylere kavuşurlar ki, (Seyr-i anillah-i billah) yolculuğu makâmına benzemekdedir. Böylece uygun yaradılışlı olanları yetişdirebilirler. Aşağıda, bunu dahâ açıklıyacağız. İnşâallahü teâlâ.
Burada bir incelik vardır: Şöyle ki, rûh bu bedene gelmeden önce, mukaddes âlemi biraz biliyordu. Bedene gelince, bu bilgisi kalmadı. Bu yolun büyükleri, rûha eski bilgisini hâtırlatacak bir yol buldular. Fekat rûh, bedene bağlı kaldıkca, o mukaddes makâma dönen kalb oluyor. Kalbin dönmesi, nefsin ve rûhun da dönmeleri demekdir. Rûhun maksada dönmesi, kalbin dönmesinde yerleşdirilmişdir. Müntehîlerde, rûh Fenâ buldukdan ve hakkânî vücûdle Bekâ buldukdan sonra, rûh maksada dönmekdedir. Rûhun o Bekâsına (Bekâ-billah) denir. Kalbin teveccühü içinde bulunan, rûhun teveccühü ve belki rûhun bedene gelmeden önceki teveccühü, rûhun varlığı ile birlikde olan teveccühüdür. Rûh dahâ fânî olmamışdır. Rûhun varlığı ile olan teveccühü ile, rûhun Fenâsı ile olan teveccühü başka başkadır. Kalbin teveccühü içinde olan rûhun teveccühüne nihâyet denilmesi, nihâyetde yalnız rûhun teveccühü kaldığı içindir. Nihâyetin, bidâyetde yerleşdirilmesi demek, nihâyetin görüntüsünün bidâyetde yerleşdirilmesidir. Kendisinin yerleşdirilmesi demek değildir. O bidâyetde yerleşdirilemez. Görüntünün yerleşdirildiğini açıkça söylememeleri, belki, bu (Tarîka-i aliyye) talebesini çalışdırmak için olabilir. İşin doğrusu, Allahü teâlânın yardımı ile, bizim bildirdiğimizdir. Sâbıkların çekilmeleri “kaddesallahü teâlâ esrârehüm”, çalışmakla, uğraşmakla değildir. Rehberin teveccühü ve huzûru iledir. Onlarınki de, kalbin çekilmesidir. Rûhun bedene gelmeden önce olan teveccühünden de, biraz kalmışdır. Rûhun bedene gelmeden önceki teveccühünün meydâna çıkması için uğraşmak,
4:37 minutes ( 2.14 MB)