362 266-Mektub

İyilerin de, kötülerin de hâlıkı, yaratanı Odur. Fekat, iyi­liklerden râzıdır. Şerlerden râzı değildir. Ya’nî beğenmez. İrâde başkadır, rızâ başkadır. Aralarındaki farkı, yalnız Ehl-i sünnet âlimleri görebilmiş­dir. Diğer yetmişiki fırka, bu farkı anlıyamıyarak, hepsi dalâletde kaldı, yol­larını şaşırdı. Meselâ, Mu’tezile fırkası, herkesi, kendi işinin hâlıkı zan et­di ve filânca kimse, filân işi yaratdı dedi ve insanlar, îmânlarını ve küfrle­rini kendileri yaratıyor dedi. [Bunlar, bu yanlış inanışı, âyet-i kerîme ve ha-dîs-i şerîflerden çıkardıkları için kâfir olmuyor ise de, doğrusunu kabûl et­medikleri için, bir müddet Cehennemde yanacaklardır. Fekat âyetden, hadîsden, dinden, îmândan haberi olmıyanların, devlet ve saltanat sâhib­lerine yaltaklanmak, teveccüh kazanmak için, yaratdın demeleri küfr olur. Allahü teâlâdan başkasına yaratdı demek çok tehlükelidir. Yurdumuzun dı­şındaki alevî ismini taşıyan şî’îler de, günâhları insanlar yaratıyor. Allah, yalnız iyilik yaratır diyor. İstanbulda basılan (Eshâb-ı Kirâm) ve (Hak Sözün Vesîkaları) kitâblarında şî’îlerin bu sözleri yazılmış, çok güzel cevâb verilmişdir.]

Şeyh-i ekber Muhyiddîn-i Arabînin “kuddise sirruh” ve izinde gidenle­rin kitâblarından anlaşılıyor ki, (Allahü teâlânın Hâdî ismi, îmânı ve ibâ­detleri beğendiği gibi, Mudıl ismi de, küfrü ve günâhları beğenmekde­dir). Bu sözleri de, Ehl-i sünnet âlimlerinin “rahmetullahi teâlâ aleyhim ec­ma’în” bildirdikleri doğru i’tikâda uymuyor ve îcâba, irâdeyi inkâra yak­laşıyor. Güneş, aydınlatmakdan râzıdır demeğe benziyor.

Allahü teâlâ, kullarına kuvvet, kudret, irâde vermişdir. İstediklerini işlerler. İnsanlar, işlerini kendileri yapıyor. Allahü teâlâ da yaratıyor. Al­lahü teâlânın hikmeti, âdeti şöyledir ki, insan bir işi yapmak isteyince, O da, isterse o işi yaratır. Bu iş, insanın kasdı ile, ihtiyârı ile meydâna geldi­ği için, işin mes’ûliyyeti, sevâbı ve cezâsı, o insana oluyor. İnsanın ihtiyâ­rı za’îfdir, azdır diyenler, Allahü teâlânın irâdesinden az olduğunu demek istiyorlarsa, doğrudur. Yok eğer, emrleri yapacak kadar değildir diyorlar­sa, yanlışdır. Allahü teâlâ, insanlara, yapamıyacakları bir şeyi emr etmemiş­dir. Hep kolay emr etmiş, güc şey istememişdir. Az zemândaki bir küfre, sonsuz azâb etmeği ve az zemândaki îmâna, sonsuz ni’metler vermeği tak­dîr etmişdir. Bunun sebebini anlıyamayız. Allahü teâlânın yardımı ile, şu kadar biliyoruz ki, insanlara, görünür görünmez, bütün ni’metleri, iyilik­leri veren, yerlerin, göklerin, zerrelerin yaratanı ve noksânsızlık, kusûrsuz­luklar yalnız Ona mahsûs olan bir Allaha inanmamak elbette çok şiddet­li, çok acı azâb ister ki, bu da, Cehennemde sonsuz yanmakdır. Böyle bir ni’met sâhibine, görmeden inanmak ve nefsin ve şeytânın ve din düşman­larının aldatmalarına kanmıyarak, Onun sözlerine güvenmek, büyük mü­kâfât ister ki bu da, Cennet ni’metlerinde ve lezzetlerinde sonsuz kalmak­dır. Meşâyıh-i kirâmdan çoğu dedi ki: (Cennete girmek, yalnız Allahın fazlı ve ihsânı iledir. Îmânı, Cennete girmeğe sebeb göstermek, kazanılan ni’metin lezzeti, dahâ çok olduğu içindir). Bu fakîre göre “kaddesallahü te­âlâ sirrehül’azîz” Cennete girmek, îmâna bağlıdır. Fekat îmân, Allahü te­âlânın fazlıdır, ihsânıdır. Cehenneme girmek de, küfrden dolayıdır. Küfr ise, nefs-i emmârenin arzûlarından doğmakdadır. Nitekim Nisâ sûresi yetmiş­dokuzuncu âyet-i kerîmesinde meâlen, (Her güzel, her iyi şey, sana Alla­hü teâlâdan geliyor. Her çirkin, her fenâ şeye de, nefsin sebeb oluyor) buyuruldu.