047 29-Mektub

 29

YİRMİDOKUZUNCU MEKTÛB

Bu mektûb, Şeyh Nizâmeddîn-i Tehânîserîye yazılmışdır. Farzları kılma­ğa ve sünnetleri, edebleri gözetmeğe teşvîk etmekde ve farzların yanında nâfileleri yapmanın kıymetinin az olduğu ve yatsı nemâzını gece yarısından sonra kılmamağı ve abdestde kullanılan suyu içmemeği ve mürîdlerin sec-de etmelerinin câiz olmadığını bildirmekdedir:

Allahü teâlâ, bizi ve sizi te’assubdan, ya’nî başkasını çekememekden ve doğru yoldan ayrılmakdan korusun ve insanların en üstünü o temiz Peygam­beri hürmetine “aleyhi ve alâ âlihi minessalevâti etemmühâ ve minettes­lîmâti ekmelühâ” pişmân olacak, üzülecek şeyleri yapmakdan kurtarsın!

İnsanı Allahü teâlânın rızâsına, sevgisine kavuşduracak işler, farzlar ve nâfileler olmak üzere ikiye ayrılır. Farzların yanında nâfilelerin hiç kıyme­ti yokdur. Bir farzı vaktinde yapmak [vakti geçmiş ise, hemen kazâ etmek], bin sene nâfile ibâdet yapmakdan dahâ çok fâidelidir. Hangi nâfile olur­sa olsun, ne kadar hâlis niyyet edilirse edilsin, ister nemâz, oruc, zikr, fikr olsun, ister başka nâfileler olsun, hep böyledir. Hatta, farzları yaparken, bu farzın sünnetlerinden bir sünneti ve edeblerinden bir edebi gözetmek de, böyle çok fâidelidir.[1] Öğrendiğimize göre, Emîr-il-mü’minîn Ömer Fâ­rûk “radıyallahü anh” hazretleri sabâh nemâzını cemâ’at ile kıldıkdan son­ra, cemâ’ate bakdı, eshâbından birini bulamadı. (Filân kimse cemâ’atde yokdur) buyurdu. Orada bulunanlar, o kimse gecenin çok sâatlerinde u­yumaz. [Nâfile ibâdet yapar.] Belki şimdi uykuya dalmışdır, dediler. Ha­lîfe, (Eğer bütün gece uyuyup da sabâh nemâzını cemâ’at ile kılsaydı da­hâ iyi olurdu) buyurdu. Bundan anlaşılıyor ki: Bir edebi gözetmek ve tenzîhî olsa bile, bir mekrûhdan sakınmak, zikrden ve fikrden ve murâka­beden ve teveccühden dahâ fâidelidir. Tahrîmî olan mekrûhdan sakınma­nın fâidesini, artık düşünmelidir. Evet, bu nâfile işler, farzları gözetmek ile ve harâmlardan, mekrûhlardan sakınmak ile birlikde yapılırsa, elbette da­hâ güzel, çok güzel olur. Fekat böyle olmazsa, pek zararlı olur. Meselâ ze­kât olarak bir dank [ya’nî bir dirhemin dörtde birini ki, bir gram gümüş de­mekdir] bir müslimân fakîre vermek, nâfile olarak dağlar kadar altun sa­daka vermekden ve hayrât, hasenât ve yardımlar yapmakdan kat kat da­hâ iyidir, kat kat dahâ çok sevâbdır. Bu bir dank zekâtı verirken, bir ede­bi gözetmek, meselâ, akrabâdan bir fakîre vermek de, nâfile iyiliklerden kat kat dahâ fâidelidir. Bundan anlaşılıyor ki, yatsı nemâzını gece yarısın­dan sonra kılmak ve böylece gece nemâzı sevâbını da kazanmayı düşün­mek, çok yanlışdır. Çünki, hanefî mezhebindeki imâmlara göre “radıyal­lahü teâlâ anhüm” yatsı nemâzını gece yarısından sonra kılmak mekrûh­dur. Sözlerinden de, (Kerâhet-i tahrîmiyye) olduğu anlaşılmakdadır. Çün­ki, yatsı nemâzını gece yarısına kadar kılmak mubâh demişlerdir. Gece ya­rısından sonra kılmak mekrûh olur buyurmuşlardır. Mubâhın karşılığı olan mekrûh ise, tahrîmen mekrûhdur. Şâfi’î mezhebinde gece yarısından sonra yatsıyı kılmak câiz değildir. Bunun içindir ki, gece nemâzı kılmış ol­mak için ve bu vaktde zevk ve cem’ıyyet elde etmek için, yatsıyı gece ya­rısından sonraya bırakmak çok çirkindir.

[1] 123. cü mektûbu okuyunuz!