Şimdi eğer günâhkâr ben isem, tevbe etdim. Siz de tevbe ediniz. Onlar da tevbe etdiler. Hazret-i Ömer “radıyallahü teâlâ anh” kamçısını yere vurdu. Buyurdu ki, yâ yer! Sen tevbe edenlerin altında sallanıyorsun. Eğer sâkin olup, karâr kılmazsan, ben sana bir vururum ki, kıyâmete kadar onu söylerler. Sonra yer sâkin oldu. Hazret-i Ömer “radıyallahü teâlâ anh” hayâtda iken, bir dahâ yer sallanmadı; sâkin oldu, hazret-i Ömere boyun eğdi. Nitekim, hazret-i Mûsâ aleyhisselâma boyun eğip, Kârûnu yutdu. Rüzgârın müsahhar olması [itâ’at etmesi] ise o hutbede, yâ Sâriye-el cebel [yâ Sâriye dağa] buyurdukları zemândadır. Bu sesi Nehâvendde Sâriye “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin işitmesine vâsıl oldu. Kıssa-i sâbıkada beyân olunmuşdur. Yel [rüzgâr], Süleymân Peygamber “salevâtullahi alâ nebiyyinâ ve aleyh” hazretlerine de itâ’at etmiş idi. Ateşin müsahhar olması [itâ’at etmesi] şu şeklde oldu. Yemen yolu üzerinde bir kuyu var idi. Ona Câh-ı Aden derlerdi. Ateş ile dolu idi. Her kim o kuyu üzerinden geçse yanardı. Bu haberi emîr-ül mü’minîn hazret-i Ömere “radıyallahü teâlâ anh” götürdüler. Devlet ve se’âdetle kalkıp, o kuyunun başına vardı. Kamçısı ile kuyunun üzerine vurdu. Buyurdu ki, Ömerin kamçısından korkmaz mısın ki, ümmet-i Muhammedi yakarsın. O ateş, o kuyuya girip, gayb oldu. Kıyâmete kadar o ateş bir dahâ ortaya çıkmaz. Ulemâdan ba’zıları demişler ki, o ateş (Eshâb-ı Eyke)ye indirilen ateşden kalmışdır. [Eshâb-ül Eyke; Şuayb aleyhisselâmın kâfir kavmidir.]
Yetmişbeşinci Menâkıb: Bir gün Emîr-ül mü’minîn hazret-i Ömer “radıyallahü teâlâ anh” dervişlere bahşîş verdi, mal ihsân etdi. Bir kişi bir oğlan çocuğu ile geldi. Ömer “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu; Sübhânallah! Bu çocuğun sana benzediği kadar, birbirine benzeyen kimse görmedim. Muhakkak ki bu oğlan sana benzer. O kişi dedi ki: Yâ emîr-el mü’minîn! Bu oğlanın acâib ahvâlinden sana haber vereyim. Ben sefere gitmek murâd etdim. Bunun anası hâmile idi. Bana dedi, beni bu hâlde koyup, gider misin. Ben dedim ki, karnında olan nesneyi Allahü teâlâ hazretlerine emânet etdim. Sonra seferden geri geldim. Annesi ölmüş. Bir gece söyleşirken, karşımızda mezârlıkdan bir ateş gördüm. Süâl etdim ki, bu ateş nedir? Dediler bu ateş senin hanımının kabrindendir.