Kabrlerinde her ân bulunmadıkları gibi, hep de ayrı kalmazlar. Kabrleri ile ilişkileri ve o toprağa ayrı bir bağlılıkları vardır. Bunun nasıl olduğu bilinemez. Bunun için, onları ziyâret etmek müstehabdır. Her müslimânın rûhu ile kabri arasında, devâmlı bir bağlılık vardır. Kendilerini ziyâret edenleri anlarlar. Selâmlarına cevâb verirler. Bunun içindir ki, hâfız Abdülhak-ı İşbîlînin “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Âkıbet) kitâbındaki hadîs-i şerîfde, (Bir mü’min, tanıdığı bir mü’minin kabrine gelip selâm verince, onu tanır ve cevâb verir) buyuruldu. Onsekizinci hadîs-i şerîfin açıklaması temâm oldu.
(Râbıta-i şerîfe) kitâbının [1324] hicrî yılında yapılan ikinci baskısının yirminci sahîfesinde diyor ki, (Büyük bir zâtın kabrini ziyâret eden kimse, ona râbıta ederse, ya’nî dünyâ işlerini hiç düşünmeyip, kalbine hiçbirşey getirmeyip, o zâtın rûhunu, his organları ile anlaşılamıyan bir nûr farz ederek, bunu kalbinde bulundurursa, o rûhdan, kendi kalbine birşeyler akmağa başlar. O zâtın feyzlerinden bir feyz ve hâllerinden bir hâl, kendinde hâsıl oluncıya kadar, bu nûru kalbinde saklamalıdır. Çünki, Evliyânın rûhları, feyzlerin kaynağıdır. Kaynağı kalbine koyan, bunun feyzine, ni’metine, bilinmeyen ihsânlarına elbette kavuşur. Rûhu kuvvetlenir, olgunlaşır. Kabr yanına gelince, önce selâm verilir. Mezârın sağ yanına, ya’nî kıble tarafına, ayak ucuna yakın durur. Tanıdığı gibi, şeklini, sûretini hâtırına getirir. E’ûzü ve besmele ile bir Fâtiha ve onbir İhlâs okur. Sevâbını Resûlullah efendimizin ve bütün Peygamberlerin “aleyhimüsselâm” ve Eshâb-ı kirâmın ve Evliyâ-i izâmın “aleyhimürrıdvân” rûhlarına ve bu zâtın rûhuna hediyye eder. Sonra oturur. Onun rûhunu, gönlünde bulundurur. Kalbinde birşey hâsıl oluncıya kadar durur. Gelen kimse almasını bilir ise, o zât da vermeğe ehl, olgun bir Velî ise ve şartları gözeterek beklerse, elbette birşey ele geçer. Bu şartlar, o zâtın kendisini tanıdığına, selâmını işitip cevâb verdiğine, rûhunun, kâmil, olgun olduğuna, rûhunun bir zemâna ve yere bağlı olmadığına, nerede hâtırlarsa, orada imiş gibi feyz vereceğine, Allahü teâlâ, feyzini, rûhun gıdâsını, onun rûhu ile gönderdiğine inanmakdır. Üzüm istiyen, bağa gidip asmadan koparır. Erik ağacına gitmez. Su istiyen, kaynağa, çeşmeye gider. Ağaca veyâ sobaya gitmez. Buğday istiyen, tarlasını sürer, eker, biçer. Çocuk istiyen, evlenir. İlâc istiyen bir hasta, tabîbe ve eczâhâneye gider. Bakkala, avukata gitmez. Kalbin gıdâsını, rûhun temizliğini istiyen de, Evliyânın “kaddesallahü teâlâ esrârehümül’azîz” kalbine, rûhuna başvurur. Allahü teâlâ, bu ni’metlerini, Evliyânın kalbinden göndermekdedir. Herşeyi yaratan, gönderen, yalnız Allahü teâlâdır. Fekat, herşeyi belli bir sebeble göndermek, Onun âdetidir. Onun ni’metine kavuşmak istiyenin, Onun âdetine uyması, sebebi arayıp, bulup, öğrenip, Onun sebebine yapışması lâzımdır. Sebebleri aramamak ve öğrenmek istememek, Allahü teâlânın âdetini bozmak olur. Fen derslerini, fen bilgilerini öğrenmek, Onun âdetine uymak, sebebleri öğrenmek demekdir. Bir kabrden feyz almak için, o zâta karşı, diri imiş gibi, edeb ve saygı göstermek, kabri üzerine basmamak da lâzımdır. O zât, mürşid-i kâmil ise, kalbdeki nisbet, geç hâsıl olup, uzun zemân kalır. Mürşid olmıyan Velî ise, hâsıl olan feyz ve nisbet, keskin ve çabuk gelip geçici olur. Bu hâlleri bilmiyenler, yukarıdaki hadîs-i şerîfe inanmaz, mevdû’dur derler. Üsûl-i hadîs âlimleri, bir hadîsin sahîh olması için koydukları şartları taşımıyan bir hadîse (Mevdû’) der ki, (Benim ictihâdıma göre sahîh olmamışdır) demekdir. Hadîs değildir demezler.
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimizin mubârek rûhundan feyz almağa ermiş olan bir zât, bulunduğu yerden Ona teveccüh edince, Resûl-i ekrem “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimizin mubârek rûhu, Medîne-i münevverede bulunan kabr-i se’âdetinden, bu zâta feyz verir. Bunun gibi, ehl olan, başarabilen de, Evliyânın rûhlarından fâide görür.) Kırkıncı sahîfede buyuruyor ki, (Hanbelî mezhebi âlimlerinden Şemseddîn ibn-ül-Kayyım-ı Cevziyye (Kitâb-ür-rûh) adındaki kitâbında diyor ki, (Rûhun bedendeki hâlinden başka hâlleri vardır.