● Dimâgdan, vehm ve hayâlden, hataraların giderilmesi [kaldırılması] zordur. 5/94
● Dimâg, gurûr ve enâniyyet [benlik] yeri ve yükselme, ve tefekkür ve fâsid hayâllerin yeridir. 5/97
● Dünyâ [harâmlar], altınla süslenmiş bir necâset ve şeker ile kaplı bir zehr gibidir. 5/45 [Hak Sözün Vesîkaları: 339.]
● Dünyâ [harâmlar], görünüşde hoş ve şirindir. Aslında öldürücü bir zehr ve bâtıl [bozuk] mal ve ona mübtelâ olmak fâidesizdir. Ve ona sarılan perişân, hor ve ona tutulan delidir. Akllı o kimsedir ki, kıymetsiz [geçersiz] mala kapılıp ve böyle bir fâsid metâ’a meftûn olmaz. [Dünyâ hayâtında], bu kısa fırsatda, Mevlâyı hakîkî celle şânühunun rızâsını ele geçirmeğe, gönül verir ve âhıret amelini hâzırlar. Bu keyflenilen fânî dünyâda, istenen şey, kulluk vazîfelerini edâ etmek ve Hakkın ma’rifetini ele geçirmekdir. Yazıklar olsun ki, bu dünyâda, o kimse kendinden istenileni edâ edemeyip, diğer işler ile meşgûl olur. 5/45 [Hak Sözün Vesîkaları: 339.]
● Dünyâ [hayâtı] azîz ise [nefse uygun ise], âhıret hor, dünyâ hor ise, âhıret azîzdir. İkisinin cem’i mümkin değildir. 4/42
● Dünyevî hâdise ve tefrika ve musîbetler her ne kadar [nefse] zâhirde acıdır, amma, bâtına nazarla merhem ve râhatdır. Ve uhrevî yükselmeğe sebebdir. Zâhirin düşmesi, bâtının yükselmesine sebebdir. 6/85
● Dünyâyı, âhıret ameli ile taleb eyleyen aldanmış ve hüsrâna uğramışdır. 4/31
● Dünyâda [insanı], yimek, uyumak, (istediği gibi) yaşamak ve ni’metlenmek [gibi, nefsin arzûları] için yaratmadılar. Yaşamak ve ni’metlenmek [asl hayât] âhıretdedir. Bilâkis tâ’at ve kulluk için ve kendini bilmek için halk olundun. 6/45
● Dünyâ [hayâtı], âhıretin tarlasıdır. 5/95
● Dünyâya, yaşayıp (keyf sürmek), ni’metlenmek [nefse uymak] için gönderilmedik. Esâs yaşama sonradır (âhıretdedir).