Bütün ömründe kalmışdı, kezâ,
gençlikde gibi, mübârek a’zâ.
İlerledikçe, sinn-i Nebevî,
tâzelenirdi hep, gonca gibi.
Hem dahî, kâinatın Sultânı,
zan eyleme ki, ola pek yağlı.
Ne za’îf, ne de pek etli idi,
mu’tedil, hem pek kuvvetli idi.
Lâhmı, şahmı, dediler ehl-i derûn,
birbirinden, ne ziyâdeydi, ne dûn.
Etmiş, ol beden serâyın üstâd,
adl-ü dâd ile, esâsın bünyâd.
İ’tidâl üzere idi, pâk teni,
nûra gark olmuşdu, bütün bedeni.
Orta boylu idi, o Sidre mekân,
ortalık, Onun ile buldu nizâm.
Seyreden, mu’cize-i kâmetini,
dedi hep, medhedip hazretini.
Görmedik böyle, gül yüzlü güzel,
boyu, hem hûyu, hem yüzü güzel.
Orta boylu iken, Nebî,
uzun kimseyle yürüseydi.
Ne kadar, uzun olsa idi, o er,
yine yüksek görünürdü, Peygamber.
uzun boylu olandan o cevher,
yüksek idi, el ayası kadar.
Bir yol gitseydi, izzetle,
hızlı yürür idi, gâyetle.
Deriz, vasf-ı şerîfinde yine,
yürürken, eğilirdi önüne.
Ya’nî, bir yokuşdan iner gibi,
dâim önüne, az eğilirdi.