480

Nihâyet, tekrar şarka giderek bu sefer islâm dînini çok yakından tedkîk etmeğe karâr verdim. Bu seferki seyâhatim, beni Hindistâna götürdü. Rûhum boşdu. Rûhum susamışdı. Delhîye geldiğim gece, rü’yâmda Muhammed “aleyhissalâtü vesselâm” bana göründü. Üzerinde sâde, fekat çok kıymetli bir elbise vardı. Bu elbiselerden bana doğru, çok güzel bir koku geliyordu. Kibâr, çok güzel, sevimli, parlak yüzü ve nûr saçan tatlı gözleri karşısında, dilsiz kalmışdım. Bana çok tatlı, fekat emr edici bir sesle ve arabî olarak, (Neden üzülüyorsun? Önündeki yolu artık biliyorsun. Doğru yolun hangisi olduğunu seçecek bir seviyeye vardın. Hiç durma ve hemen o yola gir!) buyurdu. Bütün vücûdüm titriyordu. Kendisine arabî olarak, (Yâ Resûlallah “sallallahü aleyhi ve sellem”! Sen Allahın Peygamberisin! Ben artık buna inandım. Fekat acabâ müslimân olursam huzûra kavuşacak mıyım? Sen çok büyük bir varlıksın! Sen, bütün düşmanlarını yendin ve dâimâ doğru yolu gösterdin! Fekat, ben zevallı, âciz bir kul, göstereceğin yolda bulunabilecek miyim?) dedim. Muhammed “sallallahü aleyhi ve sellem” ciddî ciddî bana bakdı ve yavaş yavaş Kur’ân-ı kerîmden meâl-i şerîfi, (Biz dünyâyı size bir mesken, dağları da dayanak olarak yaratmadık mı? Sizleri çift olarak dünyâya getirdik ve size dinlenmek için, uyku ni’metini verdik) olan, Nebe’ sûresinin yedi, sekiz, dokuz ve onuncu âyetlerini okudu. Bunları söylerken, ağzından çıkan kelimeler, gümüş çıngırakların sesi gibi, tatlı tatlı çınlıyordu. Kan ter içinde kalmışdım. (Allahım, ben artık uyuyamıyorum, etrâfımda bulunan ve kalın örtüler içinde saklı duran muammaları [anlaşılmaz şeyleri] çözemiyorum. Yâ Resûlallah, yâ Muhammed “aleyhissalâtü vesselam”! Bana yardım et, beni aydınlat!) diye bağırmağa başladım. Bir yandan da, o büyük Peygambere “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” eziyyet vermekden korkuyordum. Buğazımdan anlıyamadığım sadâlar çıkıyor, çırpınıyordum. Nihâyet, kendimi bir boşluğa yuvarlanıyormuş gibi his etdim ve tere batmış bir hâlde uyandım. Kalbim şiddet ile atıyor, kulaklarım çınlıyordu.

Cum’a günü, Delhîde Şâh cihân câmi’inde şöyle bir hâdise oldu. Sarı saçlı, donuk beyâz yüzlü yabancı bir genç, ba’zı yaşlı müslimânların arasında câmi’e giriyordu. Bu bendim. Üzerimde bir Hindli elbisesi vardı. Yalnız, göğsüme bana İstanbulda verilen bir altın madalyayı takmışdım. Câmi’deki müslimânlar, bana hayret ile nazar ediyorlardı. Ben ve arkadaşlarım minberin yakınına vâsıl olduk.

Sesli Okuma
DEVAMBİTİR
(1/5) Okuma ayarları →

(2/5) Kitap ve sayfa numarası seçimi

(3/5) Bölümler arasında dinamik geçiş

(4/5) Önceki veya sonraki bölüm ve sayfalar
(5/5) Sesli okuma ve yazı takibi
15 saniye geri alabilme.