Hazret-i Ömer Fârûk “radıyallahü teâlâ anh” uyanıp ilk bakışının dehşet ve şiddetinden sefîr titremeğe başlamışdır. Kendine gelip, konuşup, halîfeden ayrılırken, halîfenin muhterem zevcesi, bir yerden onsekiz dirhem gümüş para ödünç alıp, yapdığı bir hediyyeyi kendi tarafından sefîre verip imperatorun zevcesine göndermiş, imperatorun zevcesi buna karşılık, kıymetli ve mücevherlerle süslü hediyye göndermiş. Her işinde hak yoldan ayrılmayan halîfe, gelen bu hediyyeden yalnız onsekiz dirhem gümüş değerindeki parçasını zevcesine ayırıp, geri kalanını beyt-ül-mâla göndermişdir.
Ömer “radıyallahü anh” her yemeğini toprakdan çanak içerisinde yirdi. Birgün, Eshâb-ı kirâm “aleyhimürrıdvân” halîfenin kızı hazret-i Hafsaya yalvararak, babasına şu haberi yolladılar: (Ey, mü’minlerin emîri olan babacığım! Birinci halîfe olan hazret-i Ebû Bekr, ölünciye kadar münâfıklarla uğraşdı. Râhat bir nefes alamadı. Siz ise, şark ve garbda sayısız memleketler ele geçirdiniz. Ayağınıza, cihân pâdişâhlarından sefîrler gelerek sofralarınızda doymakdadır. Bunlara karşı, toprak çanakları bırakıp, bakır, metal takımlar kullanılsa uygun olmaz mı?). Eshâb-ı kirâmın böyle düşündüklerini arz eyledi. Halîfe hazretleri buna karşı (Ey kızım Hafsa “radıyallahü anhâ”! Bu sözü başkası söyleseydi, onu paylardım. Senden işitdiğime göre, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimizin içi ot dolu bir yatağı vardı. Mubârek vücûdu bu yatakda râhatsız olduğundan, bir gece yumuşak bir yatak döşediniz. Resûlullahı bu râhat döşek içinde yatırdınız. O gece kalkıp ibâdet etmekden mahrûm bırakdınız. (Bir dahâ böyle yapmayınız!) diyerek sizlere karşı üzüldüler. Feth sûresinin ikinci âyetinde meâlen, (Senin geçmiş ve gelecek kusûrlarını örtmek için…) buyuruldu. Afv ve mağfiret ile müjdelenmiş olan, şanlı bir Peygamberin hayâtı böyle olunca, sonunun nasıl olacağı belli olmıyan zevallı bir Ömer, Resûlullahın yaşadığı yoldan ayrılıp bakır kablardan yiyip içerek saltanat sürebilir mi?) buyurdu.
Ömer Fârûk “radıyallahü anh” Medînede, gündüzleri Asyadaki ve Avrupadaki ordularını idâre ve harb ihtiyâçlarını bulup göndermekle uğraşıp, geceleri de müslimânların malını, canını, ırzlarını korumak için sabâha kadar gezer, dolaşırdı. Bir gece, dolaşırken ağlayan bir ses işitdi. Oraya gidip sebebini sordu. Bir fakîr kadın (Ben kimsesizim. Buraya geleli iki gün oldu. Çocuklarım açlıkdan iki günden beri ağlıyor. Ateş yakdım. Çömleğe yalnız su koyup, size mama pişiriyorum, diyerek onları uyutuyorum!) dedi. Halîfe, üzüntüden ağlamağa başladı ve (Ömer helâk oldu! Ömer mahv oldu) diyerek kendini aybladı.