Târîhçilerin sözlerine ve Keşşâfda yazılı haberlere bakılmaz. Keşşâfdan alındığını bildirdiğiniz o yazılarda Emîrin ve Muâviyenin ismi geçmiyor. Bu iki din büyüğünün birbirine la’net etdiğini gösteren bir işâret bile yokdur. O yazılar temâmen doğrudur. Bizim bildiğimize uymayan birşey yokdur ki, iyi ma’nâ aransın. Evet, benî Ümeyye halîfeleri senelerce minberlerde Ehl-i beyte la’net etdirdi. Ömer bin Abdülazîz, buna son verdi. Allahü teâlâ, Ona bizim tarafımızdan büyük mükâfatlar versin! Lâkin Muâviye “radıyallahü anh” da, Emevî halîfelerinden ise de, ona dokunulamaz. Eğer Muâviye söğülür, kötülenirse, onunla berâber, bu muhâlefetde ve muhârebelerde bulunan çok sayıda Eshâb-ı kirâm, hattâ aşere-i mübeşşereden [Dünyâda iken Cennet ile müjdelenmiş on kişiden] birkaçı da mel’ûn olur, kötülenmiş olur. Bu din büyüklerine dil uzatmak, onları kötülemek, onlardan bize gelmiş olan din bilgilerini bozmağa, kötülemeğe sebeb olur. Hiçbir müslimân, bunu lâyık görmez ve kabûl edemez.
Efendim! Bu mes’elede size iki mezhebi bildireyim. Ehl-i sünnet ve cemâ’atin sözü ve başkalarının sözü. Ba’zıları, üç halîfeyi ve Mu’âviyeyi ve ictihâdda Ona uyanları kötülüyor. Bunlara söğüyor. Peygamberimizden “sallallahü aleyhi ve sellem” sonra, birkaçı hâric olmak üzere, bütün Eshâb mürted oldu, diyorlar. Ehl-i sünnet ve cemâ’at mezhebine göre, Peygamber efendimizin “sallallahü aleyhi ve alâ âlihi ve sellem” eshâbına iyilikden başka birşey söylenmez. Hiçbiri fenâ ve kötü değildir. (Onları seven, beni sevdiği için sever. Onlara düşman olan, bana düşman olduğu için düşman olur) hadîs-i şerîfi, hepsini sevmemizi emr ediyor. Onların kavgalarının ve muhârebelerinin, iyi niyyet ile yapıldığını bilmeliyiz. Nefsin kötü ve çirkin arzûlarından ve inâddan onları temâmen uzak görmek ve uzak tutmak lâzımdır. İmâm-ı Yahyâ bin Şeref Nevevî [631-676 [m. 1274] Şâmda] Müslim hadîslerini açıklarken buyuruyor ki, imâm-ı Alî “radıyallahü anh” zemânındaki muharebelerde Eshâb-ı kirâm üçe ayrılmışdı. Bir kısmının ictihâdı, Emîrin “radıyallahü anh” haklı olduğunu göstermişdi. Bunlara, kendi ictihâdlarına uygun yol tutmak vâcib oldu. Hepsi hazret-i Emîre yardım etdi. Eshâbın bir kısmı ictihâdda doğruyu kesdiremedi. Bunların, kimseye karışmaması vâcib oldu. Üçüncü kısmın ictihâdı, Emîre karşı gelenlerin haklı olduğunu göstermişdi. Bu ictihâdda olanların diğer tarafa yardım etmesi lâzım oldu. Demek ki, her biri kendi ictihâdına uygun iş yapdı. Bunun için hiçbirini ayblamak, doğru değildir. Bununla berâber, hazret-i Emîr ve Onun ictihâdında olup, Ona uyanlar, ictihâdda doğruyu bulmuşlardı.