Fetvâ almak, taklîd olmayıp, nakl ve rivâyet kabîlindendir. Re’yini almak ve ictihâdını benimsemek için, müctehidler arasında aranılan üstünlük, Halîfeler ile diğer Sahâbeler arasında, bahs mevzû’u olan üstünlük gibi değildir. Ya’nî, Allahü teâlâ katındaki üstünlük değildir. Ölçü, bilgi, araşdırma ve görüş kuvvetidir. Dahâ sonra gelen, dahâ üstün olabilir. İmâmlar içinde en kuvvetli olanı, imâm-ı Şâfi’îdir. Delîlini bulamadığım zemân, delîlini üstün gördüğüm mezhebe uyarım. Ya’nî, hem müctehid, hem de mukallid olurum. Yalnız taklîdci olmakdan kurtulurum. Şimdiki müslimânlar, ne mezheb biliyor, ne de îmân. Çoğunun din bilgisi, Allah birdir ve gökdedir. Peygamber, semâya çıkarak Allahı gördü).
Reşîd Rızânın bu yazıları da, kendi görüşlerinin ifâdesidir. İslâm âlimi olmadığı için, hattâ, önceki yazıları, hangi yolun yolcusu olduğunu açıkladığı için, onun, bu derme çatma yazılarına cevâb vermeğe değmez. Fekat, (Sinek küçük ise de, mi’deyi bulandırır) ata sözü gereğince, gençleri bunun şerrinden korumak için, birkaç kelime yazmak uygun olacakdır.
İctihâd olmıyan yerde taklîd olmaz sözü, doğru değildir. Çünki, Nisâ sûresi, 58.ci âyet-i kerîmesinde meâlen, (Resûlüme itâ’at ediniz) buyuruldu. Eshâb-ı kirâm “aleyhimürrıdvân”, bu emre uyarak, Resûlullahın her dediğini yapdılar. Kendilerini ölümlere atdılar. Hiçbiri delîl, sened aramadılar. Resûlullahı kaydsız şartsız taklîd etdiler. Bu emrler Vahy ile idi. İctihâd karışık değildi. İctihâd yapılan işlerde ise, Eshâb-ı kirâm da ictihâd yapıp, ictihâdlarını Resûlullaha söylerlerdi. İctihâdları, ba’zan Resûlullahın ictihâdına uymazdı. Böyle olduğu zemânlarda, Vahy gelerek, hangi ictihâdın doğru olduğu belli olurdu. Ba’zan Eshâbın ictihâdına uygun Vahy gelirdi. Resûlullahın vefâtından sonra, Eshâb-ı kirâm ictihâd edilecek mevzû’larda birbirlerine uymadılar. Müctehidin, başka müctehidi taklîd etmesinin câiz olmadığı, bundan anlaşıldı. Bir mukallidin bütün mes’elelerde bir müctehidi taklîd etmesi lâzımdır. Mukallid, binlerce mes’ele içinde, ittifâklı ve ihtilâflı olanları arayıp bulup öğrenmeğe mecbûr değildir. Mecbûr olsaydı, Eshâb-ı kirâm, Tâbi’îne bunu emr ederdi. Müslimânları buna mecbûr tutmak, ümmet-i Muhammede güçlük çıkarmak olur. Dînimiz, güçlük çıkarmayınız, kolaylaşdırınız buyuruyor.
Dinde reformcuya göre, herbir müslimân binlerle mes’ele içinde ittifâklı olanları ve ihtilâflı olanları öğrenecek ve ayıracak, ittifâklıları yapacak, ihtilâflıların üzerinde de incelemeler yapacak, delîllerini arayıp bulacak, hangisinin dahâ kuvvetli olduğunu anlıyacak, ondan sonra da, bunu isterse yapacak, isterse yapmıyacak.