Sevgili Peygamberimiz, Bahîraya (Putların ismiyle yemîn isteme. Dünyâda bana onlardan büyük düşman yokdur. Ben, onlardan nefret ederim) buyurdu. Bahîra, bu sefer Allahü teâlânın ismi ile yemîn eder misin,) dedi. Ve dahâ pek çok süâller sorup, cevâblarını aldı. Bahîranın aldığı cevâblar, önceden okuduğu kitâblara aynen uyuyordu. Sonra, sevgili Peygamberimizin mubârek gözlerine bakıp, Ebû Tâlibe, (Bu kırmızılık, mubârek gözlerinde devâmlı durur mu?) diye sordu. O da, (Evet, gitdiğini görmedik) dedi. Bahîra, bu alâmetin de uygunluğunu görünce, kalbinin yakîn hâsıl etmesi için, mühr-i nübüvveti görmeyi istedi. Peygamber efendimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, edeblerinden mubârek sırtını açmak istemediler. Ebû Tâlib, (Ey gözümün nûru! Bu arzûsunu da yerine getir) deyince, mubârek sırtını açdı. Bahîra, (Mühr-i Nübüvveti) bütün güzelliği ile doya doya temâşâ etdi. Heyecanla öpdü ve gözlerinden yaşlar boşandı. Sonra da, (Ben şehâdet ederim ki, sen Allahü teâlânın resûlüsün) dedi. Sesini dahâ da yükselterek, (İşte âlemlerin efendisi… İşte âlemlerinin Rabbinin Resûlü… İşte Allahü teâlânın âlemlere rahmet olarak gönderdiği büyük Peygamber…) dedi. Orada bulunan Kureyşliler, hayret ederek, (Muhammedin “aleyhisselâm”, bu râhib yanındaki kıymeti ne kadar fazla imiş) dediler. Bahîra, Ebû Tâlibe dönerek, (Bu, Peygamberlerin sonuncusu ve en şereflisidir. Bunun dîni, bütün yeryüzüne yayılır ve eski dinleri nesh eder. Bu çocuğu Şâma götürme. Zîrâ, İsrâîloğulları Ona düşmandır. Korkarım ki, mubârek bedenine bir zarar verirler. Bunun hakkında çok ahd ve mîsâk olmuşdur) dedi. Ebû Tâlib, (Bu ahd ve mîsâk nedir?) diye sorunca, (Allahü teâlâ, bütün Peygamberlere ve en son da Îsâ aleyhisselâma, ümmetlerine, âhir zemân Peygamberinin “sallallahü aleyhi ve sellem” geleceğini bildirmelerini emr etmişdir) dedi. Ebû Tâlib, Bahîranın bu sözleri üzerine Şâma gitmekden vazgeçdi. Mallarını Busrâda satıp Mekkeye döndü. Peygamberimiz “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”in Bahîra ile karşılaşması ilk ve son olarak, bu kısa görüşmeden ibâretdir ki, 12 yaşında bir çocuğun kısa bir zemân içinde, bütün dinler hakkında bilgi alması imkânı yokdur.

Hıristiyan târîhcilerden ba’zıları da, Peygamberimizin “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” Nastûrâ isminde bir râhibden ders aldığını iddi’â ederlerse de [kendilerinin de i’tirâf etdikleri gibi] bunun hakkında hiçbir delîl yokdur ve bunun da, ancak kısa bir karşılaşmakdan ibâret olduğu anlaşılmakdadır.

Çok mu’azzam bir kitâb olan Allah kelâmı Kur’ân-ı kerîmin bir insan tarafından yazıldığı nasıl iddi’â olunabilir?

Sesli Okuma
DEVAMBİTİR
(1/5) Okuma ayarları →

(2/5) Kitap ve sayfa numarası seçimi

(3/5) Bölümler arasında dinamik geçiş

(4/5) Önceki veya sonraki bölüm ve sayfalar
(5/5) Sesli okuma ve yazı takibi
15 saniye geri alabilme.